− Ne duyuyorsun söylesene bana? − Mutfakta kaynayan çayın sesini…    Annemle babamın terliklerinin tıkırtısını…    Rüzgârın fısıltısını…    Tek tek yere düşen yaprakların sesini… Kedi Bambu ve dostu Damla’yla sesler dünyasına dalıyor, onlarla birlikte “cankulağıyla dinleme” sanatının kapılarını aralıyoruz. Yaprakları hışırdatan rüzgârın, penceremize düşen yağmur damlalarının seslerine, titreşimlerine kulak kesiliyoruz. Birbirimizi ve çevremizi dinlemenin iyileştirici gücü adına!

Dünyanın dört bir yanına dağılmış kadim piramitler, yüzyıllardır gizemlerini koruyor. İçlerinde saklı sırlar neler? Şimdi bu sırları keşfetme zamanı! Bu kitapta kahraman sensin ve yapacağın seçimlerle yolculuğunun rotasını belirleyeceksin. Meksika'nın yeşil ormanlarının derinliklerindeki kayıp Maya piramitlerinden, Mısır’ın kumlu çöllerinde yükselen görkemli yapılara ve Asya'nın en yüksek dağlarının eteklerindeki bilinmeyen beyaz piramitlere uzanan bir maceraya atılacaksın. Her bir piramit, seni daha da der

Köpek ne olup bittiğini anlamaktan vazgeçmiş gibi, salınarak kahvenin önünden ayrılıp arabaların arasından geçerek yandaki sokağa yöneldi. Telefon o sırada çalmış olmalıydı. Sarı, ıslak kuyruğun, kahvedeki yıkık tiplerle nasıl dese bir tür bağ, hatta bir simetri oluşturduğu kesite bakarken. Çantayı bir süre karıştırdıktan sonra telefonu bulup açtı. “Terörle Mücadele Şubesi’nden başkomiser Azmi,” dedi telefondaki ses, “kızınız burada, hemen gelmeniz gerekiyor.” Ayşegül Devecioğlu koleksiyonunun dokuzuncu ki

Türkçe literatürde Weber metodolojisine ilişkin kitapların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Oysa Almanca metinlerin yanı sıra, İngilizcedeki Weber külliyatı bile belirgin bir ivmeyle birikerek Weberyan bir Babil Kulesi inşa edilmesine katkı sunmaktadır. Kimi yorumcular Weber’in kendi ikincil literatürünün gölgesinde kaldığından yakınırken kimileri Weber’in dağınık, polemikçi, kılı kırk yaran metinlerindeki karmaşayı anlamanın bundan başka bir yolu olmadığını savunmaktadır. İşte Bilim, Değerler ve Politi

Ne vakit bir insan görsem, göğsümü acıtacak bu hesabı bir daha asla insan görmeyerek kapatmayı planlıyorum, ama beni bir insan daha görsün istiyorum, ışığı kendinden olan biri ve mümkünse denize çok âşık. Yarın sabah, bayramın ilk günü rıhtımda görsün beni, unutamasın. Sessizce koyuverdiğim çığlık duyulsun bir deniz kıyısında. Hikâyemin sonunu beni bulan yazsın, benim not bırakma ya bile mecalim yok çünkü.

“İLİŞKİ, İKİ KİŞİNİN DE KAZANMASI GEREKEN BİR DENGE OYUNUDUR.” ◆ Her karşılaşma, her çatışma ve her mutluluk anı, bizi daha derin bir bağ kurmaya davet eder mi? ◆ Peki, ilişkilerimizde gerçekten ne kadar sağlıklıyız? ◆ Suçlama ve eleştirilerin gölgesinde, sevgi ve saygı dengesini nasıl koruyabiliriz? ◆ İlişkilerde kendimizi nasıl ifade edeceğiz, çatışmaları nasıl yöneteceğiz ve daha anlamlı bağlar nasıl kuracağız? İlişkiler, hayatımızın en derin köşelerinde yer edinmiş karmaşık, bir o kadar da büyüleyici bi

İslam geleneğinde kadın, tabirin tam anlamıyla bir “yumuşak karın”dır. Çünkü hem İslamın temel kaynaklarında tanımlanışı hem temel kaynakların yorumlanışı ve hem de bu yorumun tepeden tırnağa ataerkil zihniyet marifetiyle gerçek hayat alanına taşınışı itibariyle kadın adeta bir sorunlar yumağıdır. Bizim asıl maksadımız, “İslam” dininin temel metinlerinde ve geleneğinde yer alan, “kadın”ı pek çok açıdan problemli bir varlık olarak konuşup tartışmamıza yol açan beyan, yorum ve anlayışların “din” kapsamında de

“Yumruklanan kapıya doğru yöneldi, elini atacaktı ki aniden açıldı. Heyecanla yerinden sıçradı. Gözüne far tutulmuş tavşan gibi kalakaldı. ‘Kimsiniz, çekin şu ışığı gözümden!’ diye bağırdı. Cevap gelmedi. İki üniformalı polis boş gözlerle çevreye baktı ve sonra biri heyecanla seslendi: ‘Engin Başkomiser’im gelin. Burada biri var.’” Peki onu kim öldürdü?

Dünya yaşantısına kendi hikâyesine uygun olan bir kapıdan çağrılıp giren insan, gün geldi dünyaya gelme amacını unuttu ve dünyadan insanlığını giyinerek çıkacağı kapıyı da kaybetti. Kendini sadece bu dünyadan ibaret bir varlık zannederek eksikliklerini yaşam telaşıyla unutmaya çalıştı. Aceleci, hızlı ve savurgan davranarak düşünmeden hareket etti ve olaylara nefsani anlamlar kattı. Kattığı anlamlarla esareti yarattı kendine, gecenin içindeki huzuru kaçırdı. Uyumadı, uyuyamadı. Gün ışığıyla da kendinden kaça

Karl Kautsky, "Terörizm ve Komünizm" adlı eserinde, devrimlerin ve sosyalist hareketlerin tarihsel süreçlerini derinlemesine inceliyor. 9 Kasım Devrimi’nin ardından yazımına devam ettiği bu kitap, Bolşevik yöntemler ile Sosyal Demokrasinin tutumunu karşılaştırmayı hedefliyor. Kautsky, Bolşeviklerin Paris Komünü'ne ve Fransız Devrimi'ne olan atıflarını değerlendirirken, terörizmin kökenlerini ve sonuçlarını da mercek altına alıyor. Kitap, Paris Komünü ve Fransız Devrimi'ni anlamak için tarihsel bir perspekti

Lev Troçki'nin "Diktatörlük ve Demokrasi" adlı eseri, modern dünyanın iki temel yönetim biçimi arasındaki derin farkları ve bağlantıları keskin bir dille ele alıyor. Eserde, Amerika Birleşik Devletleri'nde demokrasi adı altında yaşanan ikiyüzlülükler ve Sovyet Rusya'nın diktatörlüğü arasındaki çarpıcı karşılaştırmalar yapılıyor. Troçki, demokrasinin özgürlük vaatlerinin gerçek yüzünü ve diktatörlüğün çoğu zaman göz ardı edilen amaçlarını tartışıyor. Kitap, ifade özgürlüğü, toplanma hakkı ve basın özgürlüğü

Sanat Tarihi, insanlık tarihinin en ilham verici ve derinlemesine incelenen alanlarından biridir. Jean Anne Vincent, "Sanat Tarihi" adlı kitabında, Batı kültürünün en önemli sanat tarzlarını detaylandırarak okuyuculara sanatsal üslupların çevre tarafından nasıl değiştirildiğini anlamaları için bir rehber sunuyor. Bu eser, özellikle Batı dünyası sanatına odaklanarak, Mısır ve Mezopotamya'dan başlayarak, Gotik, Rönesans ve modern sanata kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Vincent, sanat tarihini yalnız

Dr. Otto Rank'ın Kahramanın Doğuşu Efsanesi, mitolojik kahramanların doğuş hikayelerinin ardındaki psikolojik derinlikleri keşfeden eşsiz bir eser. Kitap, Sargon'dan İsa'ya, Oidipus'tan Herkül'e kadar farklı kültürlerdeki kahramanların mitlerini ele alarak, bu hikayelerdeki şaşırtıcı benzerlikleri ve ortak temaları inceliyor. Rank, kahraman mitlerinin ardında yatan evrensel psikolojik motifleri açığa çıkararak, bu efsanelerin insan zihninin derinliklerindeki ortak arketiplerle nasıl örtüştüğünü gözler önüne

Herbert Allen Giles'in "Çin, Çince ve Çinliler" adlı eseri, Çin kültürü, dili ve halkı hakkında derinlemesine bir inceleme sunuyor. 1902 yılında Columbia Üniversitesi'nde verilen bir dizi konferansa dayanan bu kitap, Batı dünyasının Çin'e olan ilgisini artırmayı amaçlamaktadır. Giles, Çin dilinin öğrenme sürecindeki zorlukları ve güzellikleri anlatırken, Çin'in zengin kültürel mirasına dair kapsamlı bir bakış açısı sunuyor. Kitap, Çin dili ve edebiyatından Çin'in demokratik yapısına, dini inançlarına ve gün

Korku edebiyatının yaşayan en büyük ustalarından olan ve Hellraiser’ın, unutulmaz Pinhead’in yaratıcısı Clive Barker’ın altı kitaplık Kan Kitapları serisinin birinci kitabı şu an elinizde. Okuru hayal gücünün erişebileceği en tekinsiz, en tüyler ürperten, en kanlı sınırlarda gezdiren bu altı öyküyle Clive Barker evrenine girecek, gece yarısı trenlerinden, tiyatrolardan, paranormal kavşakların kesiştiği evlerden, savaşan şehirlerden geçerek bambaşka bir dünyaya adım atacaksınız. Yazarın deyişiyle, “H

Hep söyleriz: hayatım roman... Evet, her insan bir roman kahramanı, fakat gerçek şu ki onu duyurmak, yaşatmak, unutulmamasını sağlamaktır önemli olan. İşte bunu başardığınızda hayatınız bir roman olur. Bu hikâye, unutulmak istemeyen, belki de hâlâ bir yerlerde yaşayan bir çocuğun hikâyesi... Bu kader, irade, varoluş ve yok oluşun hikâyesi. “Boğaç’la Şahin’in kavuşması, Âdemle Havva’nın, Yakup’la Yusuf’un, Yunus’la Hakk’ın buluşması gibiydi. Bu öyle bir hasretti ki Şahin için o anaydı, babaydı, kardeşti, yar

“Guguklu bir saatin kuşu ötmeye başladığında, eğer başından itibaren saymamışsanız ne zaman biteceğini bilemezsiniz. On veya on bir defa ötecektir mesela. Sonlara doğru her defasında bu son dersiniz ama bir defa daha öter, sevinirsiniz. Sonra bir defa daha diye umut edersiniz ama artık bitmiştir…” Son bir saat ya da son yüz yıl… Her şeyin son zamanları zordur, bir ailenin ayrılışının da bir ülke­nin bozuluşunun da… İnsan, tutmak bırakmamak ister de elinden bir şey gelmeyeceğini bilir. “Söylesem tesiri yok,

Siz gelmeden evvel, Devlet vardı devlet. Umut içindeydi millet, Bu kadar rahat dolaşamazdı, Şirret Günah sayılırdı, haram Bereket biçerdi tırpan Hasatta ıslanmazdı, harman Sürüyle barışıktı, çoban Siz gelmeden evvel. Biz kasık kasık topladık Siz kepçe kepçe çaldınız Dolmadı bir türlü haram, ambarınız. Hazinemiz paramız Bağımsız Merkez bankamız vardı. Ne dereler yaylalar yağmalanmış Ne de sokaktaki canlılar huzursuzlanmıştı Siz gelmeden evvel.

Şehirler fethedilir Fatihler ölür, sevgililer de Geriye kalan, Denize vuran gölgesidir bize öykülerin Üstlerinde yıldızlar yanıp sönen Ve okudukça hayata dönen…

"Avrupalılar, Asya’ya ilk ayak bastığında Çinlileri ve Japonları “beyaz” olarak tanımladı. Batı’yla ticaret yapmaya istekliydiler ve Hıristiyanlaşma ihtimalleri vardı. Ancak 17. yüzyılın sonunda artık yalnızca Avrupalılara “beyaz” denir oldu. 18. yüzyılda bilim insanları, her insan topluluğuna çeşitli renkler atadı ve ırkları bu renklerle tanımladı. Doğu Asyalılar, tek bir ırkın mensupları olarak ele alındı ve onlara toptan “Moğol ırkı” dendi. Bu ırka atanan renk ise sarı oldu. Dahası, ilerleyen yıllarda, T