Anasayfa Hesabım Mühendisler ne yaşıyor: Fırtınadaki Arı
Mühendisler ne yaşıyor: Fırtınadaki Arı
Mühendisler ne yaşıyor: Fırtınadaki Arı

11

Fırtınadaki Arı” mühendisleri emek piyasasındaki, fabrikadaki, kentteki ve toplumsal ve siyasal hayattaki varoluşları ile incelemekte ve bu incelemeyi mühendislere ilişkin teorik tartışmalarla bağlantılı şekilde gerçekleştirmeye çalışmaktadır

Mühendisler ne yaşıyor: Fırtınadaki Arıhttps://www.imge.com.tr/kitap/firtinadaki-ari-muhendisin-hayati-gamze-yucesan-ozdemir-9789755339412

Mühendislerin sınıfsal konumlarını ve eğilimlerini anlamaya dönük çabalara bir yenisi eklendi. Gamze Yücesan-Özdemir tarafından yazılan “Fırtınadaki Arı – Mühendisin Hayatı”[1] isimli kitap geçtiğimiz aylarda İmge Kitabevi tarafından yayınlandı. Bu yazıda “Fırtınadaki Arı” kitabının değerlendirmesi yapılacaktır[2].

Araştırma hakkında

“Fırtınadaki Arı”, TMMOB Sanayi Kongresi için üç bölgede 2016-2017 yıllarında gerçekleştirilen saha araştırmalarının bulgularını ve bu bulguların değerlendirilmesini içermektedir. Araştırmalar birbirinden farklı yapıdaki üç sanayi bölgesi olan Ergene Havzası, Konya Havzası ve Gaziantep’te gerçekleştirilmiştir. 2016 Ağustos-Eylül aylarında bu üç bölgede 947 mühendisle anket yapılmıştır. Örneklem için Makine Mühendisleri Odası (MMO), Elektrik Mühendisleri Odası (EMO), Kimya Mühendisleri Odası (KMO), Gıda Mühendisleri Odası (GMO) ve Metalurji ve Malzeme Mühendisleri Odası (Metalurji MO) üye listeleri kullanılmıştır. Araştırmanın %95 güven aralığında ±5 hata payına sahip olduğu hesaplanmıştır (s. 29). Ayrıca 2017 yılında üç bölgeden toplam 37 mühendis ile mülakat geçekleştirilmiş ve bir odak grup görüşmesi yapılmıştır.

TMMOB ve bağlı odalar üye profilini daha iyi tanıyabilmek, eğilimlerini ve beklentilerini daha iyi anlayabilmek için zaman zaman üyelerine dönük araştırmalar yapmaktadır. Bu araştırmalardan geniş çaplı olan ve bilinenler 1976, 1998 ve 2006-2007 araştırmalarıdır[3].

2016 araştırmasının önceki çalışmalardan farklı yanları bulunmaktadır. Bu farklardan birisi anketlerin TMMOB üye listeleri üzerinden yapılması nedeniyle araştırmaya yalnızca TMMOB üyelerinin profil ve görüşlerinin yansımasıdır. 1976 araştırması da TMMOB üyeleriyle yapılmıştır, ancak o dönemde Türkiye’de mühendis veya mimar olarak çalışanların oda üyeliği zorunludur. Bu nedenle araştırma hem TMMOB üyelerini hem de genel mühendis ve mimar profilini yansıtmaktadır. 1980 darbesinden sonra, kamu çalışanı mühendis, mimar ve şehir plancılarının (MMŞP) odaya üyelik zorunluluğu kaldırılmıştır. Öte yandan üyeliği özendiren çalışmaların eksikliği ve üyeliğe zorlayan yaptırımların olmamasının da etkisiyle, TMMOB’ye üye olmayan MMŞP’ler giderek artmaktadır. 1998 ve 2006-07 araştırmasında anketler hem TMMOB üyeleriyle hem de üye olmayanlarla gerçekleştirilmiştir. 2016 araştırmasındaki anketler ise yalnızca TMMOB üyelerini kapsamaktadır. 2006 araştırmasında 2004 yılı başı itibariyle MMŞP’lerin %55,2’sinin meslek odasına üye olduğu (TMMOB, 2009, s. 10) oda üyesi olduğu tespit edilmiştir. Yeni mezunların oda üyelik eğilimlerinin düşüklüğü göz önünde tutulduğunda araştırmanın yapıldığı dönemde odaların üyeleşme oranının %50’nin altına düştüğü tahmin edilebilir.

İkinci olarak, diğer araştırmalardan farklı şekilde, 2016 araştırması, Sanayi Kongresi ile uyumlu olarak, sanayide (ve daha özel olarak imalat sanayisinde) çalışan mühendislerle sınırlı tutulmuştur. Bu durum mimarları, şehir plancılarını ve esas çalışma alanı imalat sanayisi olmayan mühendislik alanları (inşaat, çevre, jeoloji, maden, orman, ziraat vd.) ile imalat sanayisi dışında (örn. proje, tesisat, inşaat vb.) çalışan mühendisleri kapsam dışında bırakmaktadır. Araştırmanın ana kitlesini makina, elektrik, kimya ve gıda mühendisleri oluşturmaktadır.

Üçüncü olarak, araştırmanın yürütüldüğü bölgeler önceki araştırmalara göre daha sınırlıdır. 2016 araştırması farklı emek rejimlerini temsil eden üç havzada (Ergene, Gaziantep, Konya) yürütülmüştür. Bu farklılık bir yandan araştırma sonuçlarının genellenebilmesi açısından bazı sınırlılıklar taşımakla birlikte araştırmanın ve Yücesan-Özdemir’in kitabının “emek rejimi” bakışı çerçevesinde özgünlüğünü oluşturmaktadır.

Yücesan-Özdemir daha önceki bir çalışmasında (2010, s. 40)[4] emek rejimi kavramını “emek süreci örgütlenmesini, daha genelde onun içine gömülü olduğu iktisadi, siyasi ve ideolojik yapılar ile birlikte düşünmeye” denk düşen bir kavram olarak açıklamaktadır. Ergene Havzası gelişmiş kapitalist ilişkilere sahip bir bölge örneği olarak, Gaziantep yeni sanayileşen bölgelere örnek olarak ve Konya Havzası ise Yeni Türkiye sanayisine bir örnek olarak seçilmiştir (s. 27).

Yücesan-Özdemir hem siyasal alanda hem de akademide sınıfı dışlayan yaklaşımların, sınıf yerine toplumsal cinsiyet, etnisite, mikro toplumsal hareketler, mikro siyasetler, kimlik politikalarının hegemonyasının bulunmasını eleştirmektedir (s. 45). Marksizmin tarihsel maddeci kavramları, yöntemi ve siyasal ufkunu yol gösterici olarak kabul etmektedir (s. 21).

Mühendisler hakkında yapılan sosyal araştırmaların parçalı analizler, postmodernist ve postyapısalcı yaklaşım ve Bourdieu sosyolojisi yaklaşımlarından birisine göre yapıldığını belirtmekte ve bu yaklaşımları eleştirmektedir (s. 18).

Bulgular ve tartışmalar

Araştırmanın yapıldığı 2016 yılının gerek Suriye iç savaşı ve Türkiye’ye etkileri, gerekse de Türkiye içindeki çatışmalar ve silahlı saldırılar nedeniyle gerilimli bir dönem olmasının anketlere cevap verme oranını olumsuz etkilediği anlaşılmaktadır. Ayrıca ankete katılanlar da birçok soruya “cevap yok” veya “bilmiyorum” cevaplarını vermişler; birçok katılımcı emek piyasası, çalışma koşulları, kent ve toplumsal yaşam ile ilgili sorulara cevap vermekten imtina etmişlerdir (s. 29).

“Fırtınadaki Arı” mühendisleri emek piyasasındaki, fabrikadaki, kentteki ve toplumsal ve siyasal hayattaki varoluşları ile incelemekte ve bu incelemeyi mühendislere ilişkin teorik tartışmalarla bağlantılı şekilde gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Çalışma, mühendisler hakkındaki literatürde sıklıkla tartışılan konuları sorular halinde somutlayarak ilerlemektedir. Bazı sorular şöyledir: “Mühendis emeği üretim noktasında sermayeye mi kolektif emeğe mi dahildir?” (s. 38). Mühendis emeği üretken emek midir? (s. 40). Mühendis aydın mıdır? (s. 55). Mühendis seçkin (elit) midir?” (s. 57).

Mühendislerin sınıfsal konumuna ilişkin olarak yürütülen tartışmada önemli kavramlardan birisi “yeniden proleterleşme”dir.

… eğitimli, vasıflı, ayrıcalıklı konumda olan işçi sınıfı mensupları bu konumlarını kaybederek yeniden proleterleşiyor. Yeniden proleterleşme, daha önce görece ayrıcalıklı konumları olan kesimlerin işçileşmesine işaret etmektedir ve proleterleşmenin boyutları genişlemekte ve derinleşmektedir. Yeniden proleterleşme üretim araçlarından sonra emek denetim süreçlerinden de dışlanmaktır. 21. Yüzyılın başında mühendisler yeniden proleterleşmeyi vasıf, denetim, ücretler ve çalışma koşullarında gerilemeyle deneyimliyor.” (s. 51)

Proleterleşme ve yeniden proleterleşmenin mühendislere etkileri ise şöyle belirtilmektedir:

Buraya kadar yaptığımız tartışmalardan mühendislerin hayatında tek boyutlu değil çok katmanlı bir proleterleşmenin izlerinin sürülebileceğini gösteriyor. Mühendisler, iktisadi olarak ücretli konuma savrulmaktadır. Üretim noktasında vasıf ve denetim gibi süreçlerden ve bu süreçlerdeki niteliklerinden koparılmaktadırlar. Yeniden proleterleşmeyle mesleki ayrıcalıkları aşınmakta ve sınıf içinde aşağıya doğru bir gidişi deneyimlemektedirler.” (s. 53)

Araştırmanın diğer bazı bulguları aşağıdaki şekildedir:

– Gaziantep ve Konya’da çalışan mühendislerin önemli kısmı bu kentlerde doğmuş ve bu kentlerde yaşamaktadır (s. 95).

– Mühendislerin mezun oldukları üniversiteler emek piyasasına katılma biçimlerinde etkili olmaktadır. Yücesan-Özdemir de daha önce Köse ve Öncü’nün (2000) yaptığı üniversiteler sınıflamasını benzer şekilde kullanmıştır. Mühendislik eğitimi veren üniversiteler; köklü okullar (İTÜ, ODTÜ, Boğaziçi), metropol devlet üniversiteleri (üç büyük kentteki devlet üniversiteleri), metropol vakıf üniversiteleri (Sabancı ve Koç Üniversitesi gibi), Anadolu devlet üniversiteleri ve Anadolu vakıf üniversiteleri şeklinde katmanlaşmışlardır. Köklü okullar olan İTÜ, ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi mezunlarının sanayide hemen hiç olmadığı belirtilmekle birlikte (s. 96-97) araştırma kapsamında bir miktar İTÜ mezununun yer aldığı görülmektedir. Yıldız Teknik Üniversitesi “sanayiye mühendis yetiştiren bir üniversite” (s. 97) olarak değerlendirilmektedir. Bölgelerde ildeki veya yakın çevredeki üniversitelerin mezunları ağırlık taşımaktadır.

– Yüksek teknolojinin yoğunlukta olduğu firmalar İTÜ ve YTÜ mezunlarını tercih ederken, bu üniversitelerin ve Kocaeli Üniversitesi’nin mezunları nispeten yüksek ücret alan kesimi oluşturmaktadır. En düşük ücretleri ise vakıf üniversitelerinden mezun olanlar almaktadır (s. 97-98).

– Ergene Havzası’ndaki mühendislerin ücretleri diğer bölgelere göre yüksektir (s. 104).

– Araştırma kapsamında yer alan mühendislik dalları içinde en düşük ücretleri gıda mühendisleri alırken, en yüksek ücretleri elektrik, makine ve inşaat mühendisleri almaktadır (s. 105).

– Mühendisler yaşadıkları bölgedeki çevre ve sağlık sorunlarına yeteri kadar duyarlı değildir (s. 158).

– Mühendislerin önemli bir bölümü iş dışında işyerinden kimseyle görüşmemektedir. Görüşüldüğünde ise çoğunlukla diğer mühendislerle görüşülmektedir (s. 167).

– Mühendisler arasında sendikalaşma yok gibidir. Sendikal faaliyetlere (grev, yürüyüş) katılan mühendislerle yalnızca Ergene Havzası’nda karşılaşılmıştır (s. 180-181).

– Meslek odası üyeliğini sendikanın yerine koyan, odaların düşük ücret düzeylerine müdahale etmesini bekleyen bir eğilim görülmektedir (s. 185).

– Ergene Havzası’nın temsil ettiği “çevresel Fordist emek rejimi”nde kurumsal işyerleri, görece yüksek ücretler ve vasıflı işler yer almaktadır. Buralarda çalışan mühendislerin çoğu ücretlilik deneyimine sahip ailelerden gelmektedir. Buradaki mühendisler mesleki ve toplumsal yabancılaşma yaşamaktadırlar (s. 196,197).

– Gaziantep’in temsil ettiği “paternalist emek rejimi”nde sanayinin daha geri yapısı nedeniyle mühendisle ustabaşı arasındaki fark muğlaklaşmaktadır. Mühendisler mesleki ve toplumsal değersizleşme yaşamaktadır. Mühendisler yaşamını “gündelik hayata nüfuz etmiş olan kültürel hegemonyanın referansları ile” sürdürmektedir (s. 198, 199).

-Konya’nın temsil ettiği “itaatkâr-kanaatkâr emek rejimi”nde ise mesleki ve toplumsal kanaatkârlaşma görülmektedir. Mühendislerin önemli bir bölümü yaşam düzeylerinin iyiye gittiğini belirtmektedir (s. 200).

– Üç farklı emek rejiminde de mühendislerin deneyimleri “yeni orta sınıf” mitine denk düşmemektedir. Ergene Havzası’nda görece yüksek ücretlere ve kurumsallaşmaya rağmen, yeni orta sınıf mitinin öngördüğü yaratıcı, girişimci, risk alan ve refah seviyesi yüksek mühendis iddialarına uygun düşmemektedir. Gaziantep’teki paternalist emek rejiminde mühendislerin vasıfları ve denetimleri önemli ölçüde erozyona uğramıştır. Konya’da ise mühendisler, yeni orta sınıf mitinin öngördüğü sosyo-kültürel ve ekonomik kod ve koşullardan uzaktır.

– Çalışmada 4 tip mühendislik deneyimi tanımlanmaktadır: “i) kanaatkarlaşma, ii) profesyonelleşme, iii) değersizleşme, iv) muhalifleşme” (s. 201).

Bazı tartışmalı konular

Yücesan-Özdemir postmodernizmin modernite, akılcılık, nesnellik ve ilerlemecilikle girdiği tartışmalarda mühendisleri de yönetici seçkinlerin bir parçası olarak sorguladığını ve “mühendislik ideolojisi” olarak adlandırılan bir kavramla eleştirdiğini belirtmektedir (s. 18-19). Türkiye’de mühendisleri “mühendislik ideolojisi” kavramıyla ele alan en etkili çalışma Nilüfer Göle’nin 1986’da “Mühendisler ve İdeoloji” ismiyle yayınlanan doktora tez çalışmasıdır. Göle’nin bu çalışması sonraki yıllarda mühendisler üzerine yapılan tartışmaları önemli ölçüde etkilemiştir. Ancak Yücesan-Özdemir, Göle’ye doğrudan atıf yapmamıştır. Yücesan-Özdemir’in Göle’nin yaklaşımı konusundaki değerlendirmesini paylaşması okuyucu için yararlı olabilirdi.

Yücesan-Özdemir yapılan görüşmelerde makina mühendislerinin soğuk, teknik ve mesafeli bir iletişim kurma eğiliminde olduğunu ve araştırmacılara sert ve bazen “aksi” cevaplar verdiğini, elektrik ve bilgisayar mühendislerinin ise daha yapıcı olduğunu belirtmektedir. Araştırmacılar “bu durumun nedenleri arasında üniversitede makina mühendisliği bölümlerinde çok az kadın öğrenci olmasının ve mühendislerin sosyalleşme süreçlerinin tümüyle erkekler dünyasında gerçekleşmesinin olup olmayacağını” tartışmışlardır (s. 30). Yücesan-Özdemir bu tartışmanın sonucunu ve kendi yargısını belirtmemekle birlikte bu tartışmayı kitaba taşıması bu düşünceyi benimsediği izlenimi uyandırmaktadır. Ancak oda üyeleri göz önünde tutulduğunda araştırmanın yapıldı��ı 2016 yılı sonu itibariyle MMO’da kadın üye oranının %9,2, EMO’da ise %10,5 olduğu (TMMOB, 2017)[5]; dolayısıyla her iki meslek grubu arasında üniversite eğitimi sırasında kadınların varlığı açısından anlamlı bir fark olmadığı görülmektedir. Gözlenen farklılığın nedeninin başka yerlerde aranmasının daha anlamlı olacağı anlaşılmaktadır. Kitabın ilerleyen bölümlerinde mühendislerin “iletişememe” sorunundan söz edilmekte ve görüşmelerde bu durumun nedeninin aldıkları eğitim, yaptıkları iş, yalnız, teknik, hesaba kitaba gömülmüş olmaktan kaynaklı olduğunun dile getirildiği belirtilmektedir (s. 166). Ancak bu bulguda mühendislik dalları arasında bir ayrım gözetilmemektedir.

Kitapta, mühendisler arasında eskiden pek fazla görülmeyen, sık ve hızlı iş değiştirme durumuna vurgu yapılarak, emek piyasasında sık ve hızlı iş değiştirmenin düşük ücretler, kötü çalışma koşulları, 2000’ler sonrasında işgücünün giderek gençleşmesi ve emek piyasasında yeni bir kuşağın belirmesi ile ilgili olduğu, belirtilmektedir (s. 102). İş değiştirme sıklığının arttığı tespitinde tartışmalı bir yan yoktur. Ancak “işgücünün giderek gençleşmesi” tespiti sorunlu görünmektedir. Bu ifade değişik yayınlarda ve çeşitli sendikal toplantılarda 1990’ların ortalarından itibaren kullanılmıştır. Ancak, bu iddiayı doğrulayacak verileri ben göremedim. “İşgücünün gençleşmesi”, daha eski dönemleri bir yana bıraksak da, 1980’lerden beri zorunlu eğitimin süresinin 5 yıldan önce 8 yıla daha sonra 12 yıla yükselmesi, okullaşma oranının yükselmesi, üniversite okuyanların sayısındaki artış, ortanca yaşın giderek yükselmesi (1990 yılında 22,2 iken 2016 yılında 31,4’e yükselmiştir), emeklilik için giderek yükselen bir yaş sınırının getirilmesi gibi nedenlerle, mümkün görünmemektedir.

Bir başka tartışmalı değerlendirme mühendislerin geçmişteki ve bugünkü sendikalaşma düzeyine ilişkindir. Kitapta 1970’li yıllarda “özel sektörde çalışan mühendisler arasında sendikalaşma oranının bir hayli yüksek olduğu” (s. 193) belirtilmektedir. Bu sonuca 1976 yılında yapılan araştırma bulgularının “her on mühendisten ikisi sendikalı” şeklinde yorumlanması nedeniyle ulaşılmaktadır. Oysa 1976 araştırmasında “sendikalaşabilecek her on mühendisten ikisinin” sendikalı olduğu görülmektedir. Söz konusu dönemde mühendislerin %57’si kamuda “memur” olarak çalışmaktadır ve memurlar için sendikalaşma yasağı nedeniyle sendikalara üye olamamaktadır. %20’lik bir bölümü ise işveren olduğu için işçi sendikalarında örgütlenememektedir. Sendikalaşabilecek olan mühendisler geriye kalan %22’lik kesimdir. Sendikalaşabilecek olan kesimin ise %14,9’u sendika üyesidir. Üyelikler kamu ve özel sektör ayrımında değerlendirildiğinde, kamuda işçi statüsünde çalışan mühendislerin %48’inin, özel sektörde ise %2,4’ünün sendika üyesi olduğu görülmektedir (Artun, 1999, s. 170). Yani toplamda mühendislerin %3,3’ü sendikalıdır. Bu nedenle kitapta 1970’li yıllarda özel sektörde çalışan mühendislere atfedilen yüksek sendikalaşma oranı doğru değildir. Kitapta yer alan tabloda (s. 192) mühendislerin sendikalaşma oranı 1975 araştırmasında “10 mühendisten ikisi”, 1998 araştırmasında “10 mühendisten 1’i, 2006 araştırmasında “10 mühendisten 1’i” ve 2017 araştırmasında “10 mühendisten hiçbiri sendikalı değil” şeklinde yer almaktadır. Bu tabloda da hem veri yanlışı, hem de yorum yanlışı bulunmaktadır. 1998 araştırmasında mühendislerin %11,7’sinin sendikalı olduğu (yaklaşık olarak her 10 mühendisten birisi) sonucuna ulaşılmakla birlikte kamuda çalışan ücretli mühendislerdeki sendikalaşma oranı %25,7, özel sektördeki sendikalaşma oranı ise %0.5’te kalmıştır (Köse ve Öncü, 2000, s. 214), yani özel sektörde yok denecek düzeydedir. 2006’da da her “10 mühendisten birisinin” sendikalı olduğu belirtilmekle birlikte (s. 192 Tablo-2) 2006 araştırmasına göre mühendis ve mimarların %17’si sendika üyesi olduklarını belirtmişlerdir (TMMOB, 2009, s. 249). Araştırmada bu veriler kamu-özel sektör ayrımı yapılmadan verildiği için net bir yorum yapılamamakla birlikte önceki eğilimin sürdüğü ve bu sendikalaşma oranında kamu işyerlerinde “memur” statüsündeki mühendislerin sendikalaşma oranlarının etkili olduğu tahmin edilebilir. 2016 araştırması ise yalnızca sanayi bölgelerinde ve fiilen özel sektörde gerçekleştirilmiş ve sendikalaşma olmadığı görülmüştür. Sonuç olarak, bu veriler karşılaştırılabilir değildir. Özel sektördeki mühendislerin sendikalaşması açısından ise her dört araştırmada da sendikalaşmanın yok denecek düzeyde olduğu söylenebilir.

Sonuç yerine

Türkiye’de mühendislerin sınıfsal konumları, örgütlenme biçimleri ve talepleri üzerine uzun yıllardır tartışmalar ve çalışmalar yapılmaktadır. Yakın dönemde bu tartışmalar TMMOB’nin 2007 yılında gerçekleştirdiği “Mühendislik, İstihdam ve Ücretlendirme Sempozyumu” ve 2009 yılında gerçekleştirilen “Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları Kurultayı” döneminde nispeten yoğun olarak yürütülmüştür. Günümüzde de MMŞP’lerin mücadelesi konusunda TMMOB bünyesinde ve dışında tartışma ve çalışmalar sürmekle birlikte geçtiğimiz yılların canlılığı yoktur. Benim de bu çalışmalara yoğun olarak katıldığım 2004-2013 döneminde sınıfsal örgütlenmeye çağrı yapan birçok konuşma “mühendisler işçi oldu ama bunu kabul etmiyorlar. Mühendisler öncelikle işçi olduğunu kabul etmeliler” serzenişini içeriyordu. Nesnel bir temelin bulunmasına rağmen mühendislerde işçi sınıfı bilincinin neden gelişmediği ve nasıl geliştirileceği konusunda somut öneri ve pratik girişimlerde ise zayıflık vardı, şimdi ise bu zayıflık sürmektedir.

Yücesan-Özdemir toplumu Marksist yaklaşım içinde çözümleyen bir akademisyen olarak bu araştırmayla da sanayide çalışan mühendisleri anlamaya ve anlatmaya çalışmaktadır. Uzun yıllardır mühendisleri ve benzer konumda olan çalışanları (doktorlar, avukatlar vb.) anlamaya çalışan araştırmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalar ve önümüzdeki dönemde yapılacak çalışmalar pratik faaliyetlerle birlikte bu alanlarda yol açıcı olacaktır.

“Fırtınadaki Arı” mühendislerin sınıfsal konumlarını, eğilimlerini, içinde bulunulan emek süreci ve sosyal çevrenin düşünce ve davranışlara etkisini inceleyen bir çalışma olarak önümüzdeki dönemin mücadelesine katkı sunacaktır.

https://www.imge.com.tr/kitap/firtinadaki-ari-muhendisin-hayati-gamze-yucesan-ozdemir-9789755339412

Dipnotlar:

[1] Yücesan-Özdemir, Gamze. (2020). Fırtınadaki Arı. Mühendisin Hayatı. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.

[2] Bu yazıda yalnızca sayfa numarasıyla yapılan atıflar “Fırtınadaki Arı” kitabına yapılmaktadır.

[3] 1976 araştırması için bkz. Artun, Ali. (1999). Fordizmin ve Mühendisin Dönüşümü. Ankara: TMMOB.

1998 araştırması için bkz. Köse, A. Haşim ve Ahmet Öncü. (2000). Kapitalizm, İnsanlık ve Mühendislik Türkiye’de Mühendisler, Mimarlar. Ankara: TMMOB.

2006-2007 araştırması için bkz. TMMOB (2009). Türkiye’de Mühendis-Mimar-Şehir Plancısı Profil Araştırması. Ankara: TMMOB.

[4] Yücesan-Özdemir, Gamze. (2010). Despotik Emek Rejimi Olarak Taşeron Çalışma. Çalışma ve Toplum. 2010/4. 35-50

[5] TMMOB. (2017). http://www.tmmob.org.tr/icerik/tmmob-uye-sayisi-510-bini-asti (Erişim Tarihi: 27.03.2020).