23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na çok az kalmıştı… Ulusal egemenlik demek: ülkeyi birkaç kişinin değil, bütün halkın yönetmesi demektir. Atatürk’ümüz, ülkemizin egemenliğini padişahlardan alıp milletimize emanet etti. 23 Nisan 1920 günü TBMM açıldı. TBMM, Türkiye Büyük Millet Meclisi demektir. Meclisimiz, ülkemizin kalbi gibidir. Bu yüzden meclisin açıldığı gün, ülkemizin ilk bayramı ilan edilmiş. Atatürk, bu mutlu ve önemli günü çocuklara armağan etmiş, yani ülkemizin geleceğine adamış, her yıl

Müdür Bey, Çanakkale Savaşı ile ilgili kısa bir konuşma yaptı: — Çocuklar, geçen yıl olduğu gibi, bu sene de Çanakkale Şehitliği’ne ziyaretler yapacağız. Çanakkale’ye gitmek isteyenler, en geç çarşamba gününe kadar sınıf öğretmenlerine isimlerini yazdırsınlar, hafta sonu yola çıkacağız. Daha sonra herkes sınıflarına dağıldı. Bora, bu Çanakkale gezisini düşünüyordu. Oraya gitmek, gezmek, Çanakkale Şehitliği’ni görmek çok istiyordu. Çanakkale Savaşı’nda bizim için savaşan askerlerin mezarını ziyaret etmeli, o

Biri size “Ölümsüzlük nedir?” diye sorsa nasıl cevap verirdiniz? Bora, şu şekilde cevap verir: “Ölümsüzlük, hiç yenilmemek demektir. Atatürk gibi her zaman hatırlanacak yenilmez bir kahraman…” Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrıldı ama o düşünceleriyle, fikirleriyle hep kalbimizdedir. O her zaman yanımızdadır ve yaşamaya devam ediyor…

Ayla Öğretmen, Atatürk sevgisiyle büyümüş bir kadın ve Cumhuriyet değerlerine çok duyarlı bir öğretmendi. Modern Türkiye’nin nasıl kurulduğunu, ne mücadeleler verildiğini, ülkesinin değerini çok iyi bilirdi. Cumhuriyetimizin ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihini, Türk milleti için çok özel ve gurur verici bir gün olduğunu çocuklara anlattı. Çok büyük mücadeleler sonucunda elde edilen başarıların, bize bu güzel ve demokratik ülkeyi bıraktığından söz etti. Bu 29 Ekim Cumhuriyet Bayram'ını Bora ve arkadaşları ön

Yaz tatili yeni bitmiş, eylül ayı gelip çatmıştı. Yarın okulun ilk günüydü. Aileler okul telaşındaydı, çocuklar okula gideceği için çok mutlulardı. Tüm evlerde tatlı bir heyecan vardı. Bu yıl ilk ne öğrenecekleri okulda? Elbette ki Andımız… Okul içinde ve dışındaki hayatımızda her sabah söylediğimiz Andımıza göre davranmamız gerekiyor. Öncelikle doğru ve çalışkan olmalıyız. Sonra bizden küçükleri korumalıyız, büyüklere karşı saygılı olmalıyız. Yurdumuzu ve milletimizi çok sevmeliyiz. Hep ileri gitmeli ve At

Canan Hanım, her zamanki gibi Bora’yı okulun önünde bekliyordu. Annesine doğru koştu, elini tuttu ve hemen konuşmaya başladı. Yol boyunca okulda neler yaptığını anlattı annesine… Evin önüne geldiklerinde Bora, bahçede üç çocuk görmüştü. Kamelyada oturuyorlardı, yoksa onlar yeni komşuları mıydı? Büyük bir sevinçle yeni komşularının yanına doğru ilerledi. Duman da onun peşindeydi.

Sonbahar gelmişti. İğne yapraklı çam ağaçları dışındaki tüm ağaçların yaprakları sararmış, dökülmek üzereydi. Sincaplar, dökülen ağaç yapraklarının arasında dolaşıyordu. Duman da onları kovalayıp duruyordu. Bu, Duman için bir oyun haline gelmişti. Sincaplar, yaprakların arasında yiyecek arıyordu. Duman, sessizce onları izliyor, birden havlıyor, onlara doğru koşuyordu. Sincaplar, bundan çok korkuyorlardı. Hemen bir ağaca tırmanıp Duman’dan saklanıyorlardı… Tüm bahçe yapraklarla doluydu… Hava güneşli olduğund

Ulusal egemenlik demek; ülkeyi yönetme gücünün birkaç kişide değil bütün halkta olması demektir. Atatürk’ümüz ülkemizin egemenliğini padişahlardan alıp milletimize emanet etti. Çocuklar, 1920 yılının 23 Nisan’ında TBMM açıldı. TBMM, Türkiye Büyük Millet Meclisi demektir. Meclisimiz âdeta ülkemizin kalbi gibidir. Bu yüzden Meclis’in açıldığı gün, ülkemizin ilk bayramı ilan edilmiş. Başlangıçta Ulusal Egemenlik Bayramı, 23 Nisan Bayramı ve Çocuk Bayramı ayrı günlerde kutlanırmış. Daha sonradan bu üç bayram bi

Mustafa Kemal askerlere, ‘Düşmandan kaçılmaz,’ deyince, ‘Cephanemiz kalmadı,’ diye cevap vermişler. Bunun üzerine Mustafa Kemal, ‘Cephaneniz yoksa süngünüz var!’ diyerek onlara süngülerini taktırmış ve yere yatmalarını emretmiş. Aynı zamanda Conkbayırı’na doğru ilerlemekte olan Piyade Alayı ile Cebel Bataryası’nın yetişebilen askerlerini bulunduğu yere gelmeleri için yanındaki emir subayını geriye göndermiş. Bu askerler süngü takıp yere yatınca düşman askerleri de Türk askerlerinin ateş etmeye hazırlandığ

Evet arkadaşlar, Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım’da saat 9’u 5 geçe aramızdan ayrıldı. Ama o düşünceleriyle, fikirleriyle hep aramızda ve yaşamaya devam ediyor… Biri size ölümsüzlük ne diye sorsa nasıl bir cevap verirdiniz? “Hiç yenilmemiş olmak” diye cevap verirdik. Öyleyse hiç yenilmeyen bir insan var. Oda Mustafa Kemal Atatürk…

Mustafa Kemal Atatürk, dini ve millî duyguları coşturan bir sosyal çevrede dünyaya gelmiştir. Yaşamış olduğu mahalle ve şehir ona çocukluğundan itibaren ‘Türklük’ ve ‘Müslümanlık’ kimliğini ilham etmiştir. Atatürk’ün din anlayışında bütün devlet adamlarındaki din anlayışlarından farklı olarak, bireysel alan ile kamusal alan net olarak gerçekçi biçimde ayrılır. Örneğin, Kuran’ın milletçe iyi anlaşılmasını, Türkçeye çevirterek ve Türkçe tefsir ve hadis kitapları yazdırarak sağlamıştır. Atatürk, Kuran’ın anla

Çocuklar, Atatürk ülkeyi ilerletip çağdaş hale getirmeyi size görev olarak vermiştir. Çağdaş demek, dünyadaki yeniliklerden eksik kalmamak demektir. Atatürk gelmeden önce bu ülke çok geri kalmıştı, Türk milletinin diğer milletlerden geri kalmaması için canla başla çalışmalıyız.” “Türk milleti de diğer ülkeler gibi refah içinde olmayı hak eder. Kimi yöneticilerin, vatandaşları zor durumlar yaşarken lüks içinde yaşaması Atatürk’ün hoşuna gitmezdi. O her vatandaşının iyi yaşaması için çalıştı.

İşte oğul, her Türk gencinin önce bu ülkenin nasıl kurulduğunu sonra hangi şartlarda düşmanı kovduğunu çok iyi bilmesi gerekiyor ki Atatürk’ümüzün bizlere ve sizlere bıraktığı bu çağdaş medeniyetler ülkesine sahip çıksın. Kim ne derse desin, Atatürk ikinci yüzyılda da dünya lideriydi. Onun öngörüleri hep doğru çıktı. Onun gösterdiği yolda çocuklarımızı yetiştirdiğimizde, onun fikirlerini nesilden nesle taşımış oluruz,” dedi

Bir gün beden eğitimi dersinde Atatürk’ün öğretmeni, çocuklara koşu yarışması yaptırmış. Okul etrafından iki tur atılacak, yarışmada birinci gelen okul çapında yapılacak olan yarışmada sınıfı temsil edecekmiş. İlk turu önde bitiren Mustafa (çünkü çocukken adı henüz Atatürk değildi), ikinci turun ortalarında bitiş çizgisine doğru güçlü adımlarla koşarken, biraz ileride uçamayan bir yavru kuşun peşinden koşan kocaman bir kara kediyi fark eder. Ve bir anda yön değiştirip hızla koşarak, yavru kuşu kedinin pençe

Okul içinde ve okul dışındaki hayatımızda her sabah söylediğimiz anda göre davranmamız gerekiyor. Bir kere doğru ve çalışkan olmalıyız. Sonra bizden küçükleri korumalıyız, büyüklere karşı saygılı olmalıyız, yurdumuzu ve milletimizi çok sevmeliyiz. Sonra hep ileri gitmeyi amaç edinmeli ve Atatürk’ümüzün açtığı yolda, gösterdiği hedefe doğru durmadan yürümeliyiz. Yeri gelince varlığımızı Türk varlığına armağan etmeliyiz.

Cemreler düşmüş, Nevruz geçip gitmişti. Ardından baharın en güzel ayı nisan gelip çatmıştı. Bu aylarda genelde ağaçların tomurcukları sevinçten çıldırırcasına saçları dağınık kız çocuğu gibi darmadağın açılır, saçılırdı. İnsanın gözünün alabildiği her yer rengarenk olurdu. İstanbul'da nisan geldi mi erguvanlar, mor salkımlar, erik ve şeftali ağaçlarının beyaz, pembe çiçekleri; akasyalar, leylaklar, papatyalar hep bu mevsimde açardı. Sabah saatin 9'uydu. Güneş yine olanca güzelliğiyle masmavi gökyüzündeki bu

Hayatta bazı şartlar, durumlar vardır; siz istemeden ya da farkında olmadan içine çekilirsiniz. Sonra bir de bakmışsınız, dün oturduğunuz koltukta kurduğunuz en uç hayal bile bugün içinde bulunduğunuz durumun yanına yaklaşmıyor. Türkiye böylesi halleri oldukça imkanlı kılan bir ülke. Hep öyle oldu. Örneğin 12 Eylül 1980'de bu topraklar üzerinde yaşayan 45 milyon insandan, var mıdır acaba karanlıktan nasibini almadığını söyleyen? Yok, yok! Bu yanlış oldu. Karanlıktan nasibini elbette alanlar var ama bir de

Kırk Katır Mı? Yoksa Kırk Satır Mı? adlı bu kitap, Ali Avcu'nun daha evvel yazılı ve dijital medyada yayımlanmış makalelerinden derlenmiştir. Avcu kitabında, tarihe ve topluma karşı işlenen suçlardan, kente ve doğaya karşı girişilen talana kadar bir gazetecinin sessiz kalmaması gereken pek çok olay hakkında yazdığı yazıları bir araya getirmiştir. Bunu yaparken de sadece mevcut iktidarın yanlışlarını değil, muhalefetin eksiklerini ve hatalarını dile getirmekten de kaçınmamıştır. Tribüne oynamak veya mahalle