Takvimler 1978’in hizmetkârıydı ve hayalime kavuşmama yani öğretmen olmama bir yıl kalmıştı. Güneşin iliklerimi ısıttığı bulutsuz bir gündeydim ve parkta kendimi kaybetmişçesine sınavlarıma hazırlanıyordum. Derken ruhumu derinden kavrayan muhteşem bir şarkı parkın hoparlörlerinden bütün evrene yayılmaya başladı. “Başın öne eğilmesin. Aldırma gönül aldırma. Ağladığın duyulmasın. Aldırma gönül aldırma. Dışarda deli dalgalar. Gelir duvarları yalar. Seni bu sesler oyalar. Aldırma gönül aldırma.” Hipnotizeydim.