Mehmet Özçete`nin kaleme aldığı İzmir`e Giderken, kurgusuyla, birbirinden ilginç karakterleriyle ve sürükleyiciliğiyle okurlarını şaşırtmayı başarıyor. Yazarın ustaca betimlediği farklı mekânlarda macera ve gizem dolu olayları merakla okuyacaksınız... * * * Boşlukta ne kadar süzüldüm bilmiyorum ama sanki bana hiç bitmeyecekmiş gibi gelmişti. Nereden baksan bir-iki yıl boyunca aşağıya düşmüş gibi hissetmiştim. Heyecandan ya da korkudan olsa gerek, avazım çıktığı kadar bağırmıştım. Nihayet bitmez dediği

Çocuğunuzun otizmli olduğunu öğrendiğiniz... Onun bireysel gelişimi için ne yapabilirsiniz? O eğitim, bu terapi derken çok zaman harcayıp türlü türlü zahmetlere katlandınız. Buna rağmen arzu ettiğiniz gelişimleri göremediniz. Bu konuda mutlaka yapabileceğiniz bir şeyler olduğunu hissediyor ve arayışınız devam ediyorsa şu an ona bir adım daha yakınsınız, demektir. Yıllarını otizmli çocukların eğitimine adayan, bu alanda teoriden pratiğe her çalışmayı titizlikle inceleyip hayata geçiren ve başarılı sonuçlar a

Öğrencisine uçağı gövdesi üzerine indirttiği için görevden alınmış bir uçuş öğretmeni. Kendi dünyasına çekilmiş bir ayrıntı üstadı. Evinin banyosunda patavatsız patlamış bir termosifon. Evin bir odasının kapısından ise bir kitaba girebilme mahareti. Med ve cezir, şah ve piyon, cellat ve kurban, zalim ve mazlum. Kurguyla gerçek arasında bir eser. Gerçek nerede başlıyor, kurgu nerede bitiyor, okuyucuya cevaplardan çok sorular bırakan bir roman. Yangın söndükten sonra zihnime fısıldadı tanrı: "Siz insanla

Hayatta hiçbir şey yapmış olmamak gibi korkunç ve utandırıcı bir şey var mı? Son zamanlara kadar `Fena bir şey yapmıyorum ya!` der ve kendimi temize çıkarmaya çalışırdım. Fakat hadiseler gösterdi ki, fena olmayışım tesadüf eseriymiş, fırsat düşmemiş, zaruret olmamış. Nitekim hayatın ilk çelmesinde yuvarlanıverdim, iyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir. Bende bu fena cevher fazla miktarda mevcutmuş. Belki herkeste var... Fakat insan olan onu söküp a

`Göklerde kartal gibiydim, Kanatlarımdan vuruldum; Mor çiçekli dal gibiydim, Bahar vaktinde kırıldım. Yâr olmadı bana devir, Her günüm bir başka zehir; Hapishanelerde demir Parmaklıklara sarıldım.` Hapishane Şarkısı adlı şiirinden Türk edebiyatının nadide kalemlerinden Sabahattin Ali, kelimelerle ifade edilmesi zor duyguları şiirlerinde ve hikâyelerinde ustalıkla anlatıyor. Kendine has üslubuyla ve politik duruşuyla insanların acılarını, öfkelerini, zaaf ve zayıflıklarını, neşesini, karamsarlığını

"Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi? Pekâlâ, ikincisine? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi o? Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin? Hem biliyor musun, bu aptalca bir laftır! Kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu filana veya falana veriyorsun... Göğsünü yararak o eti oradan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun..." Değirmen adlı hikâyesinden Türk edebiyatının nadide kalemlerinden Sabahattin Ali, kelimelerle ifade edilmesi zor duyguları şiirlerinde ve hikâye

Günümüzde kentsel sürdürülebilirliği sağlamak, kentsel hayat kalitesini artırmak, havası suyu toprağı temiz yaşanabilir kentler oluşturmak, doğal kaynakların daha verimli kullanılmasını sağlamak ve enerji maliyetlerini azaltmak açısından çok önemli hale gelmiştir. Kentsel gelişim ve dönüşüm faaliyetlerini sürdürülebilir kentler oluşturma adına bir fırsata dönüştürülmesine ve risklerin bertaraf edilmesine katkı sunmak kaygısı ile hazırlanan bu kitap dört bölümden oluşturulmuştur. Birinci bölümde sürdürülebil

`Ömrünü aşka adayan maceraperestler, kendi ayakları üzerinde durmak zorunda kalan güçlü kadınlar, kendini keşfeden delikanlılar, rüyalarda yaşayan romantikler ve kaderlerinden kaçamayan su testileri... Türkiye arka fonunda kaçınılmaz sonlarına ilerlerken siyah bir gömlek etrafında hayatı kesişen; talihsiz eylemlerin kimsesiz özneleri ve biçare nesnelerinin öyküsü bizi; bize uzak gelen hayatların her taşın altında saklandığı, her köşe başında bizleri beklediği gerçeği ile bir kez daha baş başa bırakı

Her kitap, bir başka kitabın kapısını aralar. Bu kitap ise, özenle dokunmuş her satırı ile bir kentin ve o kente hayat veren kömürün tarihine çok sayıda kapı açmaktadır. İnsan varlığını ve mekânsal gelişimini uzun bir zaman içinde kömür temeli üzerinde oluşturmuş bir sahil kentidir Zonguldak. Zonguldak`ı var eden kömürün endüstriyel bir ürün olmaktan, kent kültürünün bir parçasına dönüşümünün yolculuğunun, bilgi ve belgeye dayalı olarak anlatıldığı bu kitapta, kimi okur kitabın sayfaları arasında, kendi kiş

İlk sözü `YOLUN AÇIK OLSUN` olan bu kitap; köklerden başlayıp yaşanan zaman diliminde Ufuk Çeyrek Ural`ın, sadece başından geçen olayları, ailesini ve arkadaşlarını anlattığı öz yaşam öyküsü değil. Kendisi için önemli yaşanmışlıkların aktarımının ötesinde, yaşamı akılla yöneten ve yönlendiren davranışları olması istenen toruna bırakılacak en değerli miras. Öykü tadındaki bu anlatıda felsefi, sosyolojik ve psikolojik deneyimler içinde; öğütler değil, bellekteki acı tatlı anılar saklı. DENİZLERİN SAKİN

`Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum `Kürk Mantolu Madonna`yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum. Sergi bekçilerinin ve birçoğu her gün orada bulunan ressamların artık beni bellemiş bulunduklarını fark etmiştim. İçeri girer girmez yüzlerinde bir tebessüm dolaşıyor ve gözleri bu ac

`Şimdi düşünüyordu. İzmir`e üzüm ve incir götürerek onun parasıyla silah almaktaki maksadı ne idi? Babasının intikamını alabilecek ve onun kanını arayabilecek bir vaziyette olan bu gürbüz çocuk, bu silahlarla yeni bir cinayeti mi ilan ettirtecekti?` Çakıcı`nın İlk Kurşunu adlı hikâyesinden Türk edebiyatının nadide kalemlerinden Sabahattin Ali, kelimelerle ifade edilmesi zor duyguları şiirlerinde ve hikâyelerinde ustalıkla anlatıyor. Kendine has üslubuyla ve politik duruşuyla insanların acılarını, öfkelerini

Beyaz Diş, hem efendisini hem de efendisine ait şeyleri başkasına zarar vermek pahasına koruması gerektiğini öğrendi. İnsanlar efendisine ait şeyleri almaya kalkışır ya da zarar verecek olursa karşı koymalıydı. İnsanlar çok güçlüydü; ama bu yeni görevindeki sorumluluk hissi insanlardan duyduğu korkuyu bastırıyordu. Üstelik vahşiliği ve yetenekleri ile onlarla baş edebilirdi. Antlaşma başlıklı on üçüncü bölümden Kırk yıllık kısa ömrüne elliden fazla eser sığdırmayı başaran Amerikalı yazar Jack London`ın düny

Bu çalışma, dünyada milyonlarca insanın acı çekmesine sebep olan dış güçlerin askeri müdahaleleri sonrasında yapılan devlet inşalarının, nasıl gerçekleştirilmesi gerektiği konusuna hem bilimsel hem de normatif anlamda ışık tutmaktadır. Bu karakteri ile sadece bilimsel açıdan değil, insanlık açısından da bu sorunun çözümüne katkı sağlamayı amaçlamaktadır.

Seni bir anmışsın gibi düşünüyorum Geçmesin dediğim bir zamanın tam ortasından koparılmış gibi Bir aşk filmini en güzel yerinde durdurmak gibi Doyasıya bakmak gibi bir sevda sahnesine Seni alevmişsin gibi düşünüyorum İbrahim'i yakmayan ateşten biraz Biraz da aşk odu'ndan Yunus'un Ruhumu ısıtan bir heyecan gibi Seni rüzgârmışsın gibi düşünüyorum Çiçek kokularını ödünç almış dağlardan Cennetten bir nefes, göğsümüzü genişleten Uzaklardan güzel bir haber gibi Uçmak gibi, özgürlük gibi Seni b

Bu hikâye; Geçmiş lakin gitmemiş bir devrin hikâyesidir. 1992 Erzincan depreminden sonra kaldığı enkazın altından sağ olarak çıkan, fakat yaşadığı travmalar sonucunda uzun bir süre psikolojik tedavi görev bir gencin depremden bir yıl sonraki Sivas olaylarına ve Başbağlar katliamına bakış hikâyesidir. Gerçekte birbirini çok seven iki gencin inançları uğruna, seküler kurallar ile çizilen sınırları aşamamış sevdalarının hikâyesidir. Anadolu'nun bağrında solmuş üç kadim çiçeğin hikâyesidir. Üzerine mu

...Balat'ın sokakları... İnişli yokuşlu... Yıkılmak üzere olan harabe, metruk evler, terk edilmiş, bomboş... Viranelerle yan yana, yıkılmak üzere olan, harabe ama hâlâ yaşayan evler... Cumbalar arası karşılıklı gerilmiş iplerde rengârenk çamaşırların dalgalandığı, yaşayan evler... Rüzgârla dalgalanan bu rengârenk çamaşırlar, o evlerin yaşam bayrakları sanki... Her şeye rağmen biz hâlâ varız, yaşıyoruz. diye haykıran bayraklar. Bu bayraklar altında oynayan çocuklar, fütursuz, kaygısız, neşeli... Bir de Rıfat

Halkların Helakı-Benjamin AE Kaçakçı-Fehmi Babat Kanadına Veba Bulaşmış Kuş-Kıvanç Kılavuz Kötü Masal-Cevdet Polat Rakkaş Meyzen Şarab - i-Ahmet Şerif Doğan Bir Kitabın Önsözü-Özlem Yurtözü Erkekler-Nejdet Genç Kataliz Öyküler-Murat Dal Aşk, Ses ve Yankılar-Bahadır Köse Cudi ve Aşk-Erol Macit Topaç ve Hayal-Bülent Tüsen Çocuk Parkında Ertelenen Bir İntihar-Benjamin AE Pardon-Çiğdem Şener

Halk Edebiyatı`nın anlatmaya dayalı türlerinden biri olan efsaneler, Türk toplumunun hayata bakış açısını, yaşayış tarzını yansıtan anlatmalar olması açısından önemli bir yere sahiptir. Birçok sözlü türde olduğu gibi efsaneler de unutulmaya yüz tutmaktadır. Bunun en önemli sebebi ise sözlü oldukları için günümüz teknolojisinin getirdiği yenilikler yüzünden anlatılma özelliğini gün geçtikçe yitirmesidir. Yeni nesillerin bu zengin mirastan haberdar olmaması üzücü bir durumdur. Biz de buna katkıda bulunmak içi

Sözlerin belirsizliğinden kurtulunca acılar, yaşanacak tam bir milyon çocuk var...