Her şey son derste oldu… Frederick pencerenin yanında sessizce otururken, bilmediği elektronik oyunlar hakkındaki başkalarının konuşmalarını dinliyordu. Tahtada, kendisinden başka herkesin anlamış göründüğü formüllerin ve elementlerin sembolleri vardı. Kaza meydana geldiğinde, kafası bulutlardaydı, futbolu ve ne kadar kötü oynadığını düşünüyordu; bisikletten nasıl düştüğünü; ve kızların ders sırasında değiş tokuş ettikleri aptalca küçük notlar hakkında düşünüyordu – bunlar onun hakkında mıydı? Olay, sınıf d

“Artık bir cadı değil, demirden kızdım." Eril dünyanın en yoğun mecrasında var olmaya ve hayatta kalmaya çalışan bir kadının geldiği son noktaydı bu. Onun verdiği bu mücadele size hem çok tanıdık gelecek hem de yazarın kurgusu ile size âdeta bir ilham kaynağı olacak. “Feminist, çevreci ve sosyal konuları ele alan bir roman. Arka planda Kuzey'in vahşi toprakları. Aşkla, edebiyatla, beyazlıkla iç içe geçmiş bir hikâye."

Hayatı Sayfalara Sığdıran HikayelerAkşamları karşı kaldırımdaki çöp kovasına çöp atmak için çıktığımda, kovaya değil de inatla giriş kattaki dairemin demir parmaklıklarına asılan küçük beyaz poşetlerin yarattığı şaşkınlık, yerini öfkeye bırakmaya başlamıştı. Hikaye de böyle başladı…Tam karşı kaldırımda duran kovadan bihaber nezaketsiz komşumu yakalayabilmek için sarf ettiğim delice çabamın bilmem kaçıncı gününde, pencereden sokağı izlediğim bir sırada gördüm onu.Elindeki poşeti sinsice pencereme monte etmek

Duyguların sarkaç misali salınımının pencerelerden yansıması Acılarla sevinçlerin, korkularla sevginin, yalnızlıkla kalabalıkların dansı Kendisiyle baş başa kalanların, içerideki depresif hâlleri Vazgeçmenin, cesaretin, seçimlerin yol ayrımı Karanlıkla aydınlığın sonu gelmez, başı bilinmez savaşı Hep aynılığın kekremsi tadı Durgunluğun tanıdık tortusu Şiirsel anlatımlı denemelerin öykülere yolculuğu Yaşamdan bilinç akışı yoluyla anlatılan kesitler An’lar... Çimen Erengezgin bu kez minimal öykülerin tadını b

Hiçbir şeyi kutsalına dönüştürmeyecek kadar bağımsız bir kadın; Sedef. Yetenekli ve bir o kadar da kibirli bir adam; Toprak. Hesapta olmayan bir tanışma; Sedef’in gözleriyle buluşan Toprak’ın, Gülce’ye verdiği bütün sözleri rafa kaldırışı. Neye çekildiğini anlayamayan Sedef’in, yasak bir aşkın kollarında uyanışı. Zamanla o aşkın yerini alan dayanılmaz sancılar. Bunca sancıya rağmen masal diyarında yaşanan olağanüstü günler. O günlerin tüm ömre yayılan etkisi: Eksik.“Portekizce’de bir sözcük var; saudade. Bi

İnsan şu hayatta en çok kimi sever? Ya da en sevdiğini kaybederse ne hisseder? Kadere inanır mısın? Veyahut da kadere inanmak için bir sebep mi ararsın? Aklında onca soru, yanıtlarına ulaşmak için didindi durdu. Üstelik o daha bir çocuktu. Vakit ilerledi, akrep ve yelkovan defalarca kez bir araya geldi. Bu zaman zarfında birçok bedel ödedi. Öldü öldü dirildi. Ne isyanlar etti! Sonra bir gün hakikate erişti. Hikaye bu ya, sanki biraz gecikmişti. Artık acele etmeliydi. Bu yüzden en başa dönmeye karar verdi.

İnsanların şehirlerde toplanması, yüzyıllar içinde gerçekten bir birikmeye, üst üste yığılmaya dönüştü. Gerçekten şehirlere yığıldılar. Peki şehirler sadece insanlara mı aitti? Milano şehri, İtalyanların göz bebeği . Milano'da biri ortaya çıkıp şu soruyu sordu: Sahi şehirler kime aitti? Aklına ilk güvercinler geldi. Şehirler aynı zamanda güvercinlere de ait olabilir miydi? Onlar da insanlarla birlikte, bir güvercin tedirginliğiyle, şehirlerde yaşamıyor muydu? Elinizdeki bu kısa roman, Milano, insanlar ve

Herkesin keçileri kaçırdığı bir mevsim vardır. İnsan bunu bazen dağların tepelerine çıkarak, bazen arayarak, bazen de rüyalara dalarak yaşamaya çalışır. O mevsime gelince sanki yüzyıllar boyunca beyninin bir noktasında bekleyen perde aralanır, yaşamak denilen şeyin anlamı işte o zaman gerçek manasını bulmaya başlar… Hayal kırıklıkları, terk edişler, umutsuzluklar, yalnızlıklar, bilinmezler… Arayışlar, yıkılışlar, mistik geçişler, gençlik hayalleri, ölenler, ardında kalanlar… Osman’ın Keçileri Kaçırdığı Mevs

Necdet Özkaya, gerçek hayatta yaşananlar mı daha acımasız ve kötücüldür ya da romanlarda anlatılan hayatlarda yaşanan olaylar mı? sorusunu bağımsızca okunabilen, birbirini izlemeyen SEKÜLER TRAGEDYA ÜÇLÜSÜ adlı romanlarında yanıtlıyor. Deneyim ya da Tecrübe adı verilen kavramın öneminin, değerinin, vazgeçilmezliğinin ayırdında değildim ki olamazdım; hiç aldatılmamış, kazık yememiş, büyük yalanlarla karşılaşmamış, kandırılmamış ve yerlerde sürüklenmemiştim henüz. * Alzheimer: Olumsuz, kişiyi ölmeden öldüren,

Son nefesimizi verdiğimizde biter ön söz. Asıl anlatılacaklar ön sözden sonra... Bütün olup biteni baştan mı anlatmamı istiyorsunuz?.. O hâlde dinleyin: Bir toplu iğne ucundan binlerce kez daha küçük olan bir baloncuk, yaklaşık on beş milyar yıl önce patladı...

“Istırabın, sıkıntının yürekte yeri sevinçten daha uzun ve unutulmazdır. Mutluluk, bolluk bize normal geliyordu. Oysa her canlı yaratık, ne kadar uzun sürerse sürsün, sıkıntı ve zorluğa isyan eder. Bunları hep içime attım ben. Kendime yaptığım yanlışın cezasını kestim. Aslında bizim gibi insanlar çok zorlukla karşılaştıktan sonra daha olgun bir ruha kavuşuyormuş. Tıpkı şimdi içinde olduğumuz halimiz gibi…”Aynı Yıldızın Altında, Osmanlı İmparatorluğu'nun çalkantılı son dönemleri, üç farklı kadının gözünden a

Adı: Kadın Öykü Seçkisi, kadınların yazdıkları öyküleri geniş kitlelere ulaştırmak için yola çıkılan projeden adını alan, gönderilen yüzlerce eser arasından seçilen 11 kadın yazarın ve projeye değerli katkılarını sunan jüri üyesi yazarların öykülerinin bir araya geldiği dev bir seçkidir. Öykü seçkisinin yaratıcı ekibi ve seçici kurulu da kadın yazarlardan ve gazetecilerden oluştu. Projenin yaratıcısı ve sahibi, televizyon programcısı ve yazar Yasemin Seven Erangin, projenin koordinatörü ise gazeteci yazar

Transilvanya topraklarında başlayan lanetin, uzun yıllar sonra Mithras Tapınağı’nda kendini yok etmesine tanıklık ederken bir yandan; tuzaklarla dolu, gizemli, tehlikeli ve bir o kadar eğlenceli olan bu yolculukta kendinize “Sonsuza kadar yaşamak mı yoksa yaşamdaki sonsuz mutluluk mu?” sorusunu soracaksınız. Hadi gelin, bu cevabı soluksuz bir şekilde okuyacağınız bu kitabın sonunda hep birlikte öğrenelim.

Derler ki günbegün küçülen dünyada herhangi iki insan birbirine en fazla altı kişi uzaklıktadır. Söz gelimi, Afrika kıtasında yaşayan bir insanın doğru altı bağlantı ile ABD başkanına ulaşması mümkündür. Şimdilerde sosyal ağların etkisiyle bu bağlantının kısalmış olması da şaşılacak şey değildir. Ama biz bağları kısaltmadan, insanları aradan çıkarmadan, yaşamlara dair hikâyeler anlatacağız. Birbirinden bağımsız görünen ama tam da iç içe geçmiş daireler misali öyküler. Dünya küçük, hayat kısa. Keyifle! A

Altın oranın tam merkezinde gerçeklik ile varoluşun perdesi aralanacak ve uykusuz gözler yeni bir dünyayı görmeye başlayacak. Yanlış Oran’ın ardından Açık Perde ile daha da derinleşen bir sırrın eşiğinde, dumanın gizemli gölgesinde uyuyamayan bir dünya… Uykusuzluğun pençesindeki insanlığı kurtarmak için zaman ve gerçeklikle dans… Rüyaların ve sayıların büyüsünü çözmek için eski düşmanlarla zorunlu bir ittifak… Perdelerin ardında kalan gerçek, gizli kapıları aralıyor. Her sayının bir anlamı, her rüyanın bir

Kocasının gey olup olmadığını sorgulayan Sadem Hanım bir yolculuğa başlar. Bu yolculukta ona eşlik eden birisi vardır ve ona yaşamındaki tüm soruların cevabını verecek olan bir şey gönderir… Semanur Yumrukçal İstanbul doğumlu Semanur Yumrukçal, Beykent Üniversitesi Radyo Televizyon ve Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi İşletme Yönetimi bölümlerini yarım bıraktı. Psikoloji okumaya karar verdi. Önümüzdeki yıllarda iyi bir yazar olmaya çalışıyor. Yeni şeyler öğrenmeyi çok sever. Motosiklete biner. N

Metin Atamer, ülkemizin yetiştirdiği, birikimi ve vizyonuyla öne çıkan önemli bir düşün insanıdır. Fikirlerini yıllardır çeşitli gazete ve dergilerde yazmasının yanı sıra sayısı onu geçen kitaplarıyla okurlarıyla buluşmuş ve fark yaratmıştır.Şeytanın Gör Dediği, Metin Atamer'in güncel olaylara dair yazdığı denemelerinin bir bütünüdür. Türkiye genel olarak hafızası zayıf olarak bilinir. Yeri göğü inleten bir olay, üstünden az bir zaman geçince unutulur, kanıksanır. Bu kitap, hafızaya doping yapmak için tasar

Omnia Mors Aequat, bundan iki bin yıl önce yaşamış bir Latin bilgenin sözü bu sevgili Bilge; ölüm her şeyi eşit kılar, diye dilimize çevrilebilir. O gün, Seneca adlı bilgenin, kendisiyle aynı adı taşıdığını çocuksu bir saflıkla düşünen Bilge Kan, yıllar boyunca düştüğü tuzaklarda, uğradığı haksızlıklarda ve verdiği savaşımlarda hep bu sözü anımsayacaktı. Soğukoluk’taki fuhuş ve yasadışı kumarhane işletmeciliği, çok kısa bir süre sonra ülkenin dört bir yanına yayılacak (ki zaten vardı) ve beş yıldızlı otel

Duygu Uygarlığı, ana kahraman Duygu’nun yazdığı ütopik toplumu anlatan bir roman. Yani roman içinde bir roman.Romandaki toplumda insanlar, yasalarla sözlü şiddetten korunarak birbirine saygının, anlayışın, ruhsal sağlığın öncelendiği bir düzen kuruyor.Peki bu düzen başarılı olacak mı?Romanda Dalai Lama’nın “Bu dünyanın daha fazla başarılı insana ihtiyacı yok; aksine barışçı, iyileştirici, onarıcı, öykücü ve sevgi dolu insanlara ihtiyacı var.” düşüncesi temel alınarak Duygu Uygarlığı toplumu yaratılıyor. Duy

Kaçırılan bir kadının peşindeki iki gazeteci, petrol endüstrisi ve onlara karşı direnen militanlar, savaşın ortasında kalan yoksul halk… Habila’nın çarpıcı anlatımıyla petrolün Nijer Deltası’nda toprakları ve insan ruhunu nasıl kirlettiğine şahit olurken sadece çevresel bir krizi değil aynı zamanda insan doğasının en karanlık yönlerini gözlemliyoruz. Genç gazeteci Rufus ve onun için eski bir kahraman olan gazeteci Zaq’in tehlikeli yolculuğunda içsel çatışmalar, siyasi entrikalar, doğal güzellikler ve karm