Molla Kutlu, dalgaları kıyıya çarpıp dönen şu uğultulu deniz gibi üzgün ve çaresizdi. Ne adımlarını atacak bir yer ne de sığınacak bir kuytusu vardı. Yüreğini yangın yerine çeviren gelgitler çoğaldıkça benzi sararıyor; güçten, kuvvetten düşüyordu. Artık sayfalarını bir solukta ezberlediği kitapları kaybetmiş, okuduğu bütün metinler, kargacık burgacık hale gelmişti. Dönüp baktığı her yerde aynı hayali görüyor, ondan hiçbir yere saklanamıyordu. Sanki amansız bir gölgenin peşine düşmüştü. Kovaladıkça kaçan ve

Demek bir daha hakimi olduğu o güzelim toprakları, o yüksek vadileri göremeyecek, kanyon içine gizlenmiş serin şelaleler altında yıkanamayacaktı. Ne içilecek berrak sular kalmıştı, ne üzerine uzanılan engin çayırlar. Yüzlerce çeşidiyle açan kır çiçeklerini de göremeyecekti... Gözlerini kapatmış öylece bekliyordu. Niçin duruyorsun Kara Osman? Niçin keskin kılıcını indirip başını kesmiyordu? Haydi diye inledi. Daha ne duruyorsun? Ben bunu hak ettim!

Her yönetimin geleceğini belirleyen baskın şahsiyetler olmuştur. Sadeddin Köpek, Selçuklu dönemine damgasını vuran, Sultan'dan sonar ülke yönetimindeki tek söz sahibi en yetkin kimsedir. Tarihi kişiliğine dair sınırlı kaynakların olduğu Sadeddin Köpek, Ahmet Efe'nin etkileyici üslubuyla okuyucuya aktarılırken bir dönemin kimi olaylarına da ışık tutuyor. Misafirler sultan köşküne girdiler. Her taraf pırıl pırıl kandillerle donatılmıştı. Onların, bin bir nakışla süslü çiniler üzerinde oynaşan ışıkları, göz ve

Allah (azze ve celle) onları seçti... Bizim sevgililerimizi, nebi ve resullerimizi. Gecelerimizi onlarla sabaha erdirdi bizim. Onlarla ışığı, önümüzü ve yolumuzu gösterdi. Mahzun gönlümüzün sevinci olarak geldi onlar. Ellerini uzatıp ellerimizi tuttular. Şefkatli parmaklarıyla gözyaşlarımızı silip, saçlarımızı okşadılar. Bir anneden, bir babadan daha müşfiktiler. Teselli verip avuttular ve ne kadar feryâdımız varsa susturdular. Kızgın çöllere düşüp yol ve izimizi kaybetmiştik. Önümüze düşüp yol ve izimizi

Epeyce yürüdükten sonra birden durdu. Gördüğü şey çok şaşırtmıştı onu. Hayret, dedi, buraya toprak mı dökmeye başladılar? Şuna bak, en azından beş-on kamyon toprak getirmişler buraya. Gerçekten sazlığın bir kenarına epeyce toprak yığılmıştı. Hatta dökülen bu taş ve topraklar küçük gölün sularına kadar erişmiş, bir kısmını yutmuştu! Bilal'in canı sıkıldı. Geri döndü.Bu sazlığı kuruturlarsa, artık hiçbir kuş gelmez! dedi üzüntüyle. Babasına durumu anlatmalı, bir çare bulmasını istemeliydi. İyi ama babasını k

Bu kitapta sahih hadis kaynaklarından seçilmiş kırk dua ve ayrıca kırk hadîs-i şerif var. Duaların hepsi Sevgili Peygamberimizin bizzat yaptığı ve bize öğrettiği dualar. Hepimizin dualarından daha güzel, daha anlamlı ve daha manalı. Öyleyse hiç vakit kaybetmeden bunları ve beraberinde naklettiğimiz hadisleri ezberlemeye, her yer ve zamanda tekrar etmeye çalışmalıyız.

Aşk kuyusuna kova salıp, çıkrığı çevirdiler. Bize oradan ab-ı hayat dediğimiz o leziz, nefis suyu çıkarttılar. Birbirinden güzel şiirleriyle öylesine bir gül bahçesi olşuturdular ki, orada seyrana çıkmak dünyanın en hoş, en anlamlı işi haline geldi. Aşıktılar ve bizi aşkın sahralarına çağırdılar. Yükleri cevherdi her birinin, bol bol dağıttılar. Belki bir lokmaya, bir sıcak yuvaya muhtaç ve dahi sılalarına hasret gittiler ama bize ölümsüz isimlerini ve ölümsüz eserlerini bıraktılar. Biz şiirlerle yıkanıp,

Semerkand Yayınları dinî - tasavvufî eserlerin yanında kadim geleneğimize ait değerlerin tanıtılması için de eserler üretiyor. Kadim İslâm sanatlarından birisi olan hüsn-ü hattın en önemli hattatlarının hayatlarının anlatıldığı ve eserlerinden örneklerin yer aldığı, Ahmet Efe'nin yazdığı Güzeli Bulmak kitabı Semerkand Yayınları'nda.

Daha çok şiir, hikâye, roman ve biyografik eserleriyle tanıdığımız Ahmet Efe gezip gördüğü ülkelerle ilgili notlarını okuyucusuyla paylaşıyor. Ortadoğu'da 23 Gün başlıklı ilk bölümde Suriye, Ürdün, Lübnan, İsrail ve Mısır'da yaşadığı hatıraları anlatan yazar daha sonra Hicaz, İran, Endülüs, Özbekistan ve Kazakistan hatıralarını nakletmiş. İçinde yazarın kendsi tarafından çekilmiş 50'ye yakın renkli fotoğrafın da bulunduğu kitap şiirsel bir üslupla kaleme alınmış olup, roman boyunda ve 192 sayfa. Burada y

Mihenk, ölçü demek. İyiyi kötüden ayıran, doğruyu yanlıştan süzen, has olanla kalp olanı tartıp asıl cevheri ortaya çıkartan ayar aleti. Ayrıca insanların kıymet derecelerini ölçüp, ahlâkî güzelliklerin ne olduğunu gösteren bir vasıta. Öyleyse bütün kitaplar birer mihenk... Her birinde yeni bir dünya, yeni bir tad ve güzellik var. Sayfaları arasına dalındığında yoksul iken zengin, köle iken efendi, cahil iken bilgin olunuyor. Eser, yedi bölümden oluşmakta ve ilk bölümü Kitaplar... Kitaplar... başlığ

Bu kitapta Cepheye Koşmak, Sultan Fatihin Düşü ve Atlar Nerede Kışlayacak? isimli üç okul piyesi vardır. Daha çok ilk, orta ve lise talebelerinin, öğretmenlerinin de desteği ile sahneye koyabilecekleri bu piyesler, onların manevî değerlere bağlılıklarını artırmak amacıyla kaleme alınmıştır. Kitabımızın ülkemizde yayınlanmış okul piyesleri arasında ayrıcalıklı bir yeri olacağına inanıyor ve onu, gelecekte büyük başarılara imza atacak çocuklarımıza armağan ediyoruz.

Onu toprağa tam iki yüz yıl önce, buradan ne için geçtiğini bilmediği bir çocuk dikmişti. Sonra hemen gitmiş, ceviz toprağın altında bir başına kalmıştı. Nihayet toprağını yarıp çıkmış, yeşerip büyümüş ve kocaman bir ağaç olmuştu.

Birden gözlerine inanamadı. Gelincik tarlası içinde sevimli bir ayı yavrusu yatıyordu. Tam gelincik tarlasının ortasında, hiç kıpırdamadan, öylece kaskatı duruyordu. Necip bir iki adım ilerledi. Evet, doğruydu gördüğü. Bu oyuncak bir ayı yavrusuydu. Sarı, uzun tüyleri, sahiciymiş gibi bakan gözleri, Gel, kucağına alıp benimle oyna! dercesine ileriye doğru uzayan kolları vardı.

Bilecik Tekfuru ve etrafındakilerin hiçbir şeyden haberleri yoktu. Onlar, az sonra, ansızın saldırıp düğünlerine davet ettikleri misafirlerini öldürmeyi istiyorlardı. Fakat umulmadık bir şey oldu. Osman Gazi ile arkadaşları birden ayağa fırlayarak atlarına sıçrayıverdiler...

Onu toprağa tam iki yüz yıl önce, buradan ne için geçtiğini bilmediği bir çocuk dikmişti. Sonra hemen gitmiş, ceviz toprağın altında bir başına kalmıştı. Nihayet toprağını yarıp çıkmış, yeşerip büyümüş ve kocaman bir ağaç olmuştu.

Garip Yûnus yoksul Yûnus fukara Yûnus... Doğu Anadolu'nun yıkılmaya yüz tutmuş bir köyünün yamacındaki tepeye düşüp bayıldı... Kepeneğine sarılmış bir çoban süre süre geldi koyunlarını. Dudaklarında kaval kavalda bir eski türkü... Kara koyun sudan geçsin bre Tuz yalamış ciğeri harlamış da olsa sudan eğilip içmeden geçsin bre Kepeneğine sarılmış çoban tepede kolları iki yana açılmış upuzun yatan adama yaklaştı korkuyla. Adam soluk alıp veriyordu ölmemişti... Yüklenip yürüdü bayırdan aşağı. Bağırmaya başladı

Benim de uçaklarım var Kâğıttan Ardında iz bırakmaz Ağıttan Süzülür kuşlarca hür Geçer binbir buluttan Benim de uçaklarım var Sevgiden ve umuttan...

Bu kitapta, bir Müftünün, doksan üç yıl yaşanmış hayatının ibretâmiz hikâyesi kendi kalemiyle sunulmaktadır. Kayserinin küçük bir köyünde başlayan bu hikâye, ilk okulu bitirdikten sonra hiçbir resmî tahsil yapmayan bir adamın, gerçekten şaşılacak bir azim ve iman ile kendini nasıl yetiştirdiğini, en küçük fırsatları değerlendirerek ve fakat büyük güçlüklere nasıl ilim tahsiline yönelip Türkiyenin sayılı âlimleri arasına girdiğini anlatmaktadır. Acılar ve yokluklar arasında verilen bu inanılmaz mücadelen