İstisnalar kaideyi bozmaz sözünde, genelleme yapmanın doğru olduğuna dair perçinleyici katkısı ne kadar güçlü olsa da, cümlede bir figüran misali önemsiz duran istisna kelimesinin varlığı asla yadsınamaz. Doğurduğu sonucun etkisiz olması halinde genelleme yapmanın kimseye zararı olmayabilir; ancak, ölümcül bir mesele söz konusu olduğunda istisna devre dışı bırakılarak ‘genelleme’ yapılamaz. Özellikle adaletin söz konusu olduğu durumlarda ‘önyargıyla’ hareket edilemez. Karar vericiler genelleme yaparak hüküm

Yusuf Akçura’nın 1919 ile 1924 yılları arasında farklı gazete ve mecmualarda yayımladığı makalelerden, çeşitli dönemlerde yaptığı konuşmalardan oluşan Siyaset ve İktisat, toplamda on yedi metinden bir araya gelmektedir. Yazarın kendi sağlığında derlediği kitapta, Türkçülük düşüncesinin nasıl şekillenmesi gerektiği ve kurulmakta olan yeni devletin nasıl bir iktisadi model üstünde inşa edileceği tartışılmıştır. Akçura, Türkçülük siyasetini ve iktisadını tartıştığı makalelerinde siyasetten iktisada, sosyolojid

Milli Mücadele’nin büyük komutanı Kâzım Karabekir, büyük bir asker olmasının yanında aynı zamanda üretken bir yazardı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve Milli Mücadele sırasında Doğu Cephesi’nde anne ve babalarını savaşta kaybetmiş çocuklara yaptığı yardımlarla tanınan Karabekir, iki ciltten oluşan Çocuk Davamız’da çocuk sorunlarını işliyor. “Çocuk Davası benim en zevkli bir uğraşma mevzuumdur” diyen Karabekir, eserinde I. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda çocuk davası ile ilgili yaptıklarını, kişisel

Milli Mücadele’nin büyük komutanı Kâzım Karabekir, büyük bir asker olmasının yanında aynı zamanda üretken bir yazardı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve Milli Mücadele sırasında Doğu Cephesi’nde anne ve babalarını savaşta kaybetmiş çocuklara yaptığı yardımlarla tanınan Karabekir, iki ciltten oluşan Çocuk Davamız’da çocuk sorunlarını işliyor. “Çocuk Davası benim en zevkli bir uğraşma mevzuumdur” diyen Karabekir, eserinde I. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda çocuk davası ile ilgili yaptıklarını, kişisel

"Tören günü gelmiş çatmıştı. Kadınlar birbirlerine sarılıyorlar hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Önden davul sesleri gelmekteydi. Orada parlak tören kıyafetleri içindeki Baal rahipleri vardı. Her birinin kucağında kundak içinde bir çocuk bulunmaktaydı. Bunlar bu hafta içinde şehirde yeni doğan ilk çocuklardı. Bekçiler tümünü tespit etmiş; bir haftalık olanları toplamışlar tapmakta el altında bulundurmaya başlamışlardı. Artık Molek onların yolunu gözlemekteydi. Altında yanan büyük ateş çukurunun üstünde kendisi

"Bu Âl-i Osman'da oyun bitmez. Bunlar katı intikamcıdırlar. Birbirlerini boğdururlar da başkası onlara laf edince ifrit kesilirler. Kul kısmına durup seyretmek düşer." Mihrişah Valide Sulta, oğlu Selim Han'a, "Bu Şehzade Mustafa'yı ortadan kaldır. Anası Ayşe Sineperver ile kız kardeşleri küçük Esma ve Hibetullah Sultanlar tahta onu geçirmek için çalışıyorlar," demişti. Selim Hanı'ı boğup öldürenler, onun koruduğu Şehzade Mustafa'nın cellatlaşan ağaları idi. Harem'deki dairesinde Padişah Mustafa'nın "ka

Kuvayı Milliye'nin örgütlenme sürecini, Güney Anadolu'da Fransızlarla nasıl mücadele edildiğini ve Kılıç Ali Bey'in bu süreçte üstlendiği rolü etkileyici bir kurgu çerçevesinde okuyacağınız bu roman; Burhan Cahit Morkaya'nın Milli Mücadele'yi konu edindiği beş romanından biridir. Türk edebiyatının en hızlı üreten yazarlarından olan Burhan Cahit Morkaya, gazeteciliğinin yanında onlarca roman, fıkra, öykü, oyun ve inceleme kaleme almıştır. Morkaya'nın Milli Mücadele'yi bir araştırmacı gazeteci titizliği

Mehmet Rauf'un hasta yatağında kaleme aldığı Halâs, yazarın son romanıdır. Halâs'ı, hayatının son döneminde, vücudunun sağ tarafına inme inmişken kaleme alan Mehmet Rauf; romanı eşine dikte ettirerek tamamlayabilmiştir. Romanda duygusal, heyecanlı ve bazen öfkeli bir dil kullanan yazar; İzmir'in Yunanlar tarafından işgalini anlatırken şehrin bu yıllardaki sosyal yaşamından da kesitler sunar. Servet-i Fünun döneminin en meşhur yazararından olan Mehmet Rauf, II. Meşrutiyet yıllarına kadar subaylık yapmı

Tarihçilerimiz, bugüne kadar o hanı hep sakladılar; adını anmaktan özenle kaçındılar. Pek çok adı vardı: Esirciler Hanı, Esir Hanı, Esir Pazarı, Avrat Pazarı, Kadın Pazarı... Devlet-i Âliyye'yi (Osmanlı Devleti) yönetenlerin; o yöneticilere eş olanların çok büyük bölümü de insanların bir at, bir inek gibi pazarlandığı o insan pazarından satın alınıyordu. Sultan III. Selim'in Yeniçeri ordusunu lağvedip Nizam-ı Cedid'i kurmaya çalıştığı; Eski-yeni çatışmasının şiddetlendiği bir süreçte işte bu pazara, La

Türk toplumu tarihe fazlasıyla ilgili bir toplum... Fakat bu ilginin, bilimsel bir ilgi olmanın ötesinde güncel siyasi meseleleri tarihe başvurarak tartışma eğiliminden kaynaklı olduğunu söyleyebiliriz. Bu eğilim sadece Türkiye'ye mi özgü? Değil tabii... Fakat geç modernleşen, son iki yüzyılında köklü değişimler geçiren bir ülke olarak Türkiye toplumunun, akademik tarih eğitiminin daha kurumsal olduğu Batı Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında tarih tartışmaya daha meraklı olduğunu öne sürebiliriz. B

Türk ve özellikle de Osmanlı tarihine ilişkin bu eser, ele aldığı özel konuyla düşünce tarihimizde bir ilktir. « Osmanlı sisteminde ortaya çıkan karşı düşünce »nin incelendiği çalışmada, Türk tarihini saltanat tarihi olarak gören egemen anlayışın dışına çıkılmış ; halkın yaşamının belgeleri ortaya konulmuştur. Bu bağlamda özel olarak Osmanlı Devleti’nde düşünceleri yüzünden idam edilen âlimler anlatılmıştır. Akademisyenlerin bugüne kadar görmezden geldiği, hatta horladığı bu ulu dedelerimizin kimliğinde Tü

Kara kuru bir çocuğun anıları bu kitap : Göçebelikten yerleşikliğe yeni geçmiş, okulsuz bir köyden çıkıyor… Bir elinde ineğin yuları, diğer elinde kitap : türküler okuyarak yürüyor. O günlerin derin yoksulluğu ve hastalıklar durduramıyor onu. Okuma tutkusuyla yarabiliyor Orta Çağ koşullarını. Ama hangi serüvenlerden sonra ? Çevre ve hayvan sevgisiyle yüklü bu ilginç anılar, bir öykü tadında sunuluyor. Tüm anne babalar, 1950’ler ve 60’ların özel tarihi de sayılabilecek bu kitabı okumalı ; çocuklarına da o

« Tören günü gelmiş çatmıştı. Kadınlar birbirlerine sarılıyorlar, hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Önden, davul sesleri gelmekteydi. Orada, parlak tören kıyafetleri içindeki BAAL rahipleri vardı. Her birinin kucağında kundak içinde bir çocuk bulunmaktaydı. Bunlar, bu hafta içinde şehirde yeni doğan ilk çocuklardı. Bekçiler tümünü tespit etmiş ; bir haftalık olanları toplamışlar, tapınakta el altında bulundurmaya başlamışlardı. Artık Molek onların yolunu gözlemekteydi. Altında yanan büyük ateş çukurunun üstü

İlk örneklerini Anadolu aydınlanmasının yaşandığı dönem olan 13. Yüzyılda saptadığımız Alevi-Bektaşi fıkraları, özünde egemen yönetime karşı Türk halkının tepkisini yansıtmaktadır. Bu eserde fıkraların tarihsel, siyasal, sosyal boyutları ve bağlantıları geniş biçimde incelenmiştir. Çalışma, Lemizade Abdullah Çelebi’nin Letâifname’sinden Yörük ve Tahtacı fıkralarına kadar tarihi eserlerden derlediğimiz fıkraları içermektedir. Usta yazar İlhan Selçuk, bu çalışma ile ilgili olarak 1992’de şu saptamayı yapmış

Araştırmacı yazar Rıza Zelyut, geçmişten günümüze İslamın kimler tarafından nasıl yozlaştırılıp istismar edildiğini irdeliyor. Din ve siyaset konularının çok boyutlu ve karmaşık tartışmalarına açıklamalar getiriyor. Türkiye'ye gerçek İslam diye dayatılan Arap İslamının gerçek yüzünü gösterip bunun sorumlularını açıklıyor. Bu eser, dinin siyasallaştırılması sürecinin derin tarihini ve günümüzdeki yansımalarını gözler önüne seriyor. Eserin sonunda, ünlü düşünürlere ait siyasi metinler yer alıyor. İslam dinind

Cemreler düşmüş, Nevruz geçip gitmişti. Ardından baharın en güzel ayı nisan gelip çatmıştı. Bu aylarda genelde ağaçların tomurcukları sevinçten çıldırırcasına saçları dağınık kız çocuğu gibi darmadağın açılır, saçılırdı. İnsanın gözünün alabildiği her yer rengarenk olurdu. İstanbul'da nisan geldi mi erguvanlar, mor salkımlar, erik ve şeftali ağaçlarının beyaz, pembe çiçekleri; akasyalar, leylaklar, papatyalar hep bu mevsimde açardı. Sabah saatin 9'uydu. Güneş yine olanca güzelliğiyle masmavi gökyüzündeki bu

Seni düşünüyorum Ceylan gözlüm yalnız seni Seni düşlerim gecelerimde Seni yaşarım karanlık odamda Düşünemem sensiz geçen Her anımı Yaşayamam sensizliğini Bir ağıt yaktım senin adına Bir gelin süsler gibi Seni düşündüm Ceylan gözlüm Yalnız yalnız seni Esiri oldum gözlerinin Kölesiyim sanki Yaşamak istedim seninle Bir ömür boyu

‘’Kaçmak yok! Bu gece kendinle hesaplaşma, bana hesap verme zamanı!’’ Sesi öfkeli, gözleri fırtınanın Habercisi bulutlar kadar siyah… ‘’Artık kendine gel! İnsanları sevmek, insanlarla yaşamak için yanlarında Olmak gerekmiyor.. Uzakta da olsa sen yüreğini açtığın anda göreceksin onlar hep senin yanında olacak. Yanında olmak; elini tutmak, saçını okşamak, onlara sarılmak değil. Yanında olmak; sevgi, saygı, o insanın seni ilk gördüğü, seni tanıdığı, sevdiği andaki seni ona geri vermendir, paylaşmaktır. Tem

Yaptığım işler gereği, ya da o işlerin ağırlaştırdığı konularda ve ortamlarda çok sayıda ünlü şanlı insan tanıdım. Bunların pek çoğu, öyle sanıyorum ki sizin de tanıdığınız, en azından adlarını bildiğiniz kimseler. Belleğim yitip gitmeden burada onlardan söz edeceğim. Yani bazı arkadaşlarıma verdiğim sözü yerine getireceğim. Yaptığım işler gereği, ya da o işlerin ağırlaştırdığı konularda ve ortamlarda çok sayıda ünlü şanlı insan tanıdım. Bunların pek çoğu, öyle sanıyorum ki sizin de tanıdığınız, en azından