Türkiye, Doğu ile Batı'nın kucaklaştığı bir coğrafyanın merkezinde yer almış ve bu topraklarda birbirinden farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan benzersiz bir kültürel çeşitlilik oluşturmuştur. Çingiz Abdullayev'in kapsamlı araştırması, Türkiye'nin bu çok kültürlü ortamını, geçmişten günümüze uzanan serüvenini aydınlatarak okuyucuları tarihî bir yolculuğa davet ediyor. Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti, farklı etnik gruplara ev sahipliği yaparak zengin bir kültürel mirasa sahip olmuştur. Bir çok

Türkiye, Doğu ile Batı'nın kucaklaştığı bir coğrafyanın merkezinde yer almış ve bu topraklarda birbirinden farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan benzersiz bir kültürel çeşitlilik oluşturmuştur. Chingiz Abdullayev'in kapsamlı araştırması, Türkiye'nin bu çok kültürlü ortamını, geçmişten günümüze uzanan serüvenini aydınlatarak okuyucuları tarihî bir yolculuğa davet ediyor. Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti, farklı etnik gruplara ev sahipliği yaparak zengin bir kültürel mirasa sahip olmuştur. Bir ço

Balkanlardan Asya’nın içerilerine hatta Sibirya’ya kadar büyük bir coğrafyayı kapsayan Türk dünyası içerisinde Azerbaycan, hemen hemen her konuda âdeta bir köprü vazifesini görmüştür. Türklerin dillerini, çeşnili kültürlerini hatta siyasi gelişmelerini o köprüden Azerbaycanlılar kâh Doğu’ya kâh Batı’ya taşımışlardır. Hüseyin Cavid gibi bazı şairler İstanbul’a okumaya giderek, öğrendiklerini Rus zulmü altında inildeyen yurttaşlarına ulaştırmaya çalışırken, Rus üniversitelerinde eğitimlerini tamamladıktan son

Bel Fıtığı ve Korunma Yolları Kitap Açıklaması Hastalarımın bel fıtığı ile ilgili suallerine cevap teşkil edecek tarzda bir kitapçık hazırlamayı uzun zamandır düşünüyordum. Neticede mesleki hayatımda elde ettiğim basit, ama insanlara faydalı olacağına inandığım tecrübeleri kağıda döktüm ortaya bu kitap çıktı. Gaye, öncelikle insanların yararlanacağı pratik bilgileri kendilerine sunmak olduğundan akademik takdim ve Latince kelimeler yerine sadece ve şekillerle desteklenen, anlaşılması kolay bir üslûbu terci

Karasu ve Gözdağı Kitap Açıklaması Bu eser, adalete ve iyiliğe bir çağrı… İyi bir gözlemci olan yazar tıp alanındaki bilimsel birikimini de işe koşarak komadaki bir hasta ile beyin sinyalleri aracılığıyla konuşulabileceği kurgusundan hareketle tasvir ettiği sahnelerde, iyi ile kötünün evrensel mücadelesine atıfta bulunuyor. Hiçbir kötülüğün gizli kalmayacağı; her bir günahın da ilahi adalet divanında mutlak cezaya çarptırılacağı inancından hareket eden yazar, komadaki kahraman aracılığıyla adeta mahşerden

Gözlüğün Uykusu Kitap Açıklaması En az yaşadığım evler kadar Hayallerime dar geliyor Bu kâğıtlar, Bu dünya, Gökyüzü, Yeryüzü... Sırf yersizlikten dolayı Minyatür resimler karaladığımı söylemiyorum. Dar odalar yüzünden Hiç resim yapmadığımı da Bir tek ben biliyorum. (Tanıtım Bülteninden)

Okuma Beni Kitap Açıklaması Garip bir şairim garip arzum var Karnın hep tok ise okuma beni Yetimi mazlumu sevecek kadar Vicdanın yok ise okuma beni Biz ademoğluyuz er oğlu eriz Hak için cihada önde gideriz Milli ve manevi değerlerimiz Sînene yük ise okuma beni (Tanıtım Bülteninden)

Ümit Jäleke, günümüz Kazak edebiyatının önemli kadın yazarlarından biridir. Daha çok hikâye türünde eser veren yazar, Hazar Denizi kıyısındaki Mañğıstaw şehrinde yaşamaktadır. Dolayısıyla Jäleke’nin hikâyelerinde eskisiyle yenisiyle, köylüsüyle kentlisiyle, yaşlısıyla genciyle, yoksuluyla varsılıyla, kadınıyla erkeğiyle Mangıstav yöresinin insanları ve topyekûn insanlığın trajedisi vardır. Öte yandan onun hikâyelerini birer coğrafya anlatısı olarak değerlendirmek de mümkündür. Çünkü pek çok Kazak yazarı gib

Şuşa’ya girdiğimizde artık tan yeri ağarıyor, her yer açık şekilde görünüyordu. Şehre iki koldan girdik. Bir kolumuz Şuşa’ya dik, yalçın kayalıklardan, diğer kolumuz ise Şuşa hapishanesinin yanından sızmıştı. Hâlbuki Ermeniler bizim Laçın koridoru istikametinden saldıracağımızı düşünüyor, bizi o tarafta karşılamaya hazırlanıyordu. Onlar uyandığında biz şehre çoktan girmiştik. Şuşa semalarında uçuşan “Bayraktar”lar, “İHA”lar, SİHA”lar da düşmana göz açtırmıyordu. Ermeniler panik hâlindeydi, can derdine düşm

Dil birliği üç, dört adamın aynı dilde yazmasıyla olmaz. Dilin işlenmesi ve yavaş yavaş gelip birleşmesi gerekir. Dil yapmacıklığı, zayıflığı sevmez; zorlamayı, gücü de kabul etmez. Dil, kendi kökü üstünde biter, yükselir, kol kanat açar ve bu asudelik sayesinde de öyle güzel, zarif ve engin bir hâle gelir ki herkesi kendine hayran bırakır. Dilin kökü halkımızın yarattığı halk edebiyatındadır, bu dil zenginliğinin araştırılıp öğrenilmesi, ezberlenmesi ve işlenmesi gerekir. Dil araştırmacıları, halkımızın ar

Çatlıyor nar gibi sinemde yürek, Vaktinde yurt kadrin bilseydik gerek. Bir külek olaydım, deli bir külek, Eseydi üstünde, sözüm yurdumun. Tebriz’i, Derbend’i daladı gitti, Göyçe’ye ocağı kaladı gitti, Şuşa’yı yad eller taladı gitti, Üstünde olmadı, gözüm yurdumun. Yolunda kesilen, ah baş olaydım, Ağrına derdine sırdaş olaydım, Düşmana atılan bir taş olaydım, Kurbanı olaydım, özüm yurdumun

Ofelya Babayeva, Azerbaycan’ın çeşitli devirlerine tanıklık etmiş bir şairdir. O, ömrünün önemli bir bölümünü Sovyet rejimi içinde geçirmiş olsa da millî ruhu asla kaybetmemiş, üstlendiği önemli görevlerin bir gereği olarak milletine büyük bir sadakatle hizmet etmiştir. Eğitimci kimliği ile yeni ve millî düşünceli nesillerin yetişmesine de önemli katkılar sunan şair, ömrünü de ülkesine adamıştır. Önemli görevler üstlenmiş olsa da edebiyatla ve şiirle bağını hiç koparmayan Ofelya Hanım’ın şiirlerinde, genell

Sabir Rüstemhanlı’nın bu eşsiz destanının mısraları arasından nice kahramanlar, alpler, erenler geçip gidiyor. Bütün bu tarihi şahsiyetler, kahramanlar Şuşa’yı yeniden fethetmeye yürüyen yiğitlere sanki yeni bir güç veriyor. Bunun yanında tarihî faciaları da yâd eden şair sanki askerlerin kısas hissini derinleştirmek, askerlerin Şuşa kayalarına diş ile tırnak ile de olsa tırmanıp çıkmalarını sağlamak ister gibi Hocalı faciasından, Daşaltı faciasından bahsediyor, erlerin öfkesini bileyliyor adeta. Öyle mısra

Alın mısraları vurun eleğe Yirmi dört saat dönüşün bir kelebeğe Sırra konun manaya konun Ulaşın içindeki gizli meleğe Kandan çıkarılan plazma gibi Görünmeyen beyazı sıyırın aldan Balı çiçekten çıkarın Şifayı baldan Ve bir hayli düşünün Anlayın hâlden Bir bakışın senelerce izi var burada Ve bir hayatın gizi var Bu mısralarda

Eserlerini zevkle okuduğum, mısrâ mısrâ ördüğü şiirlerini çok sevdiğim bu hanım şairimizin eserlerinin Türkiye’deki şiir severlerle buluşmasından dolayı sevinçliyim. Bu şiirlerin Türk okuyucularla buluşması için, Türkiye ve Azerbaycan Türklerinin çağdaş edebiyatları arasında en itibarlı köprülerden biri olan İmdat Avşar kardeşimin şairimize yardım etmiş olmasına da ayrıca sevindiğimi îtiraf etmeliyim.

Ulduz Hanım'ın bu eserini Karabağ'ın altın tacı Şuşa'nın işgalden kurtarıldığı zafer gününden birkaç ay önce bitirmesi açıklanması çok zor bir mucizedir. Lakin yazar kendi hikâyesine edebî hayal dünyasının aydınlığı ve dikkat çeken bir ileri görüşlülükle sonsuz sevgilerinin adresi olan bu şehrin 28 yıl süren esaretten kurtarılması ile başlamış: Ordumuzun topraklarımızı azat etmeye, düşmandan temizlemeye başladığını işittiğimde sanki yeniden dünyaya geldim. Sanki, kışın karlı ve ayaz bir gününde yaz güneşi d

Ülkü Olcay bu ilk şiir kitabıyla bizi, aşkın her an görülebilen bir düş; şiirin ise gerçeğin kavranmasından sonraki düş ertesinin terennümü olduğuna inandırmaya çalışıyor. Haksız da sayılmaz. Çünkü aşk, aklın aşmaya izin vermediği sınırları, yüreğinin kavrayışıyla düşe döndürerek aşmak aynı zamanda aklın inanmadığı o düşe gönüllü olarak inanmaktır. Akıl insanı geri çekse de yürek her dâim o düşün büyüsünü yaşamak için deli bir çırpınış içindedir. Böylece aşkın hükmettiği insanın hayatında da hayal ile