İki üniversite bitirmiş moda tasarımcısı Nilüfer, İstanbul’da büyük bir moda merkezinde ülkenin en gözde tasarımcısıyla birlikte aynı yerde çalışmaktadır. Dayısının düğününe gitmek için patronu Çetin beyden aldığı bir haftalık iznin ardından hazırlıklarını tamamlayıp Ankara’ya gitmek üzere Sabiha Gökçen Havalimanından uçağa biner. Üç gün önce büyük bir hevesle alıp okumaya başladığı Goethe’nin Faust kitabını açar ve kaldığı yerden devam eder. Bütün macera da bundan sonra başlar…

Yaklaşık 7 yıl boyunca dijital bir platform üzerinden 93 bölüm halinde yayınlanan Kırmızı Anahtar serisi, geniş kitleleri yakalayarak 3,5 milyondan fazla okunma sayısına ulaştı. Gerçekleşen final bölümünün ardından kapsamlı bir revizyona alınan ve tüm bölümleri yeni baştan yazılan kurgu, Mart 2022 itibariyle ise kitap halinde derlenerek okuyucusuyla buluşmaya başladı. Yazar, seriler halinde yayınlanacak Kırmızı Anahtar’ın bu ilk kitabında, Deniz isminde gazeteci bir genç kızın gözünden distopik bir Türkiye

Evden çıkmadan önce çalan telefon, on dakika geç gelen otobüs, markette bitmek bilmeyen kuyruk, buluşmayı erteleyen bir arkadaş, yolda karşılaşılan bir tanıdık, bulunamayan bir park yeri ya da evde unutup almak için geri döndüğünüz bir eşya… Hepsinin bir sebebi vardır aslında. Bir şeyin oluşması için, önce başka şeylerin oluşması gerekir çünkü. Küçücük bir ayrıntı, hayatınızda büyük değişimler yaratabilir. Yaşar ve öğrenirsiniz. İşte tam da bu sebepten, akışa bırakmak gerekir biraz. Kabullenmek, teslim olm

Hoş geldiniz! Sizi MÖ 1944 yılında adıma yapılan dikilitaşımda karşılıyorum. Beni, 5th Avenue üzerinde yer alan Met Müzesi’nde görebilirsiniz. Ben Mentuwoser. Bacakları aslan ayakları şeklinde yapılmış olan sandalyede oturan benim. Bu aslan motifinin ne manaya geldiğini okumaya devam ederseniz bulacaksınız. Hatta sol elimde tuttuğum beyaz peçetenin bile biz, Mısırlılar için derin bir anlamı var. Hepsini anlatacağım… Düniada hiçbir şey göründüğü gibi değil. İşte beni de cenaze törenimde, tepesine kadar

Yaşlı bir varlık… Büyük Tufan’dan önce yaşamış… Ona tanıklık etmiş… Anlattığı hikâyeye bakılırsa zamanımıza kadar yaşamaya devam etmiş… Kendisini, etrafındakileri, daha önce yaşadığı toplumu ve toplumumuzu bu kitapta anlatıyor. Peki kim bu varlık? Nasıl bu kadar uzun zamandır hayatta kalabilmiş? Eylem Yurtsever, bu ilk romanında antik destanlarda ve kutsal metinlerde geçen Büyük Tufan’ı farklı bir yorumla resmediyor.

Aşk işareti ile doğanlar, dünyaya talip olmazlar. Bilirler ki ne isteseler, neyi ansalar, ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onların işaretli kalplerini!. Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir. Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse, içlerinde ki acı da o kadar derindir. Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri, onlara kim olduklarını ve neden var olduklarını… Mahmut Polat “bir kayboluşun dipsiz boşluğunda” bulduklarını mısralara dönüştürüp ilk şiir kitabıyla yürekle

Bilinmeyenin peşinde koşmak cesaret ister, dünyevi bilgi öğrenildikçe insan ucunu bucağını bilemediği bilgi okyanusundan korkar ama varoluşsal bilgi özgürleştiricidir. Korkma ve ümitsizliğe kapılma. Bir var bilinen, bir var bilinmeyen, bir de var bilinemeyen. Üstelik senin deneyimlemeyi pek sevdiğin bir şey de bu bilinemeyenler arasındadır. - Nedir o? - Aşk! Engin DOĞAN yogik bilgelik ışığında yazdığı ilk kitabıyla kendilerine ve birbirlerine beden olarak bakan insanlara beden olmadıklarını hatırlatıyo

“her gece bir gemi ayrılır bu limandan yakamozlar aydınlatır yolunu bir ışık huzmesinde ay kırpar gözlerini usulca gülümseyerek yıldızlar yoldaştır gemiye kavuşmak umudu taşır yüreklerde” “Okumanın yazmak kadar zor olduğu bu dönemde aklı başında olan her insan gibi çılgın bir şeyler üretmek ve okunabilirliğini sağlamak istediğini” ifade eden Mehmet Çankaya “nefes almanın dahi zor olduğu bir coğrafyada duygularımız günlük fırtınalar altında direnmeye çalışıyor. Yaşamanın direnme olduğunu bildiğimi

“Bu sırada Barones’in öbür elinde tuttuğu tespihi gördü Şair. Uzunca bir tespih, ucundaki büyükçe bir haçla beraber Barones’in avcunun içindeydi. Demek insanlar ölüme yaklaşınca Tanrı’nın ne dilediğine daha çok önem veriyorlar, diye düşündü Şair. Annesinin bile yanında olmamıştı ölmeden evvel. Annesinin hastalığından haberi bile olmamıştı. Ama bu kadın, bu sarı saçları, her zaman kederli bakan mavi gözleriyle bir ilaheyi andıran bu kadının çöküp gitmiş olan bedeni hemen karşısında duruyordu şimdi. Bedeni çö

“Bu şiir kitabı aşık olduğunuz kişiyi tanımanıza yardımcı olamayacak. Ama belki doğru insanı bulduğunuzda aranızda geçenleri düzgün şekilde anlamanıza yardımcı olacak. Karşılıklı sevgiyi sürekli hale getirebileceğinize inanmanıza yardımcı olacaktır.” “Hiçbir sorunu olmayan rahat yaşamaya alışkın tipik şehirli çocuk olarak ilk, orta ve lise öğrenimimi bitirdim. Şehirli çocuk tiplemesinden beni çekip çıkaran -bu kitabında yazılmasında önemli pay sahibi olan kişi- kadın sayesinde hem hayatım hem de düşünce

Ben bir garip kalmış akasya Bitmez benim güzelliklerim Sonbaharda solarım İlk baharda açarım Ben hep var olmuşum Var olacağım Etrafıma aynı güzellikleri Sere serpe yaşayacağım

TRAVMA GÜNLERİNDEN ARTA KALMIŞ BİR RÜYANIN TAMAMI... Dehşet sonrası sessizliğin ağırlığı vardı üzerimizde. Sömürülmüş duygularına ve koparılmış uzvuna tanık olmanın travmatik sessizliğiydi bu. O anın sessizliği, dehşetin varlığını depreştirmek ister gibiydi. Yanına yaklaşabilmeyi, sırtındaki yumuşak yünleri okşayabilmeyi, sana teselli verecek bir kaç cümle sarf edebilmeyi isterdim. Ama o küçük ağzını açıp da boncuk boncuk gözyaşlarını dökerek öyle acılı, öyle dertli ve öyle içten ağlıyordun ki sana

İnsanoğlu her zaman işlediği günahların suçunu atabilecek başka birilerini bulmuştur. Her zaman kibrine, hasetliğine, kendini beğenmişliğine nefsinin sebep olduğunu savunmuştur. Yapılmaması gereken bir şey yaptığında ise her zaman suçu şeytana atmıştır. Hiçbir zaman kendisi yapmamış, şeytana uymuştur. Hüseyin Topak bu kitapta tam da bundan bahsediyor; insanoğlunun yaptığı şeylere aslında başka bir varlığın sebep olduğundan.

Kerem gibi yolları aştık geldik de Şu bahtımıza ne aşk ne Aslı çıktı Ferhat misali koca dağlar deldik de Şansa bir at nalı o da paslı çıktı “Anadolu’da ne varsa, Anadolu’da ne oluyorsa, Anadolu ne yiyor ne içiyorsa O’dur Nevzat Bayramoğlu. Çocuksu heyecanıdır bu coğrafyanın, yıldızlara kadar uzanan bir düş gezginidir.

bir bahar gibi geldin, hayat getirdin hayatıma. seninle şenlendi ruhum, dert ortağım,sevdiğim oldun, paylaştın yalnızlığımı. ayıp olur şimdi yazmasam, ayıp olur seni anmasam. Mecit Özdemir “Ben bir şair değilim. Yazdıklarım da şiir sayılmaz. Gönlümün gülü, elmamın yarısı dediğim sevdiğimden, eşimden ayrı düşmenin elemi, hasreti ve özlemiyle kaleme aldığım, kelimelerin yan yana, dizelerin alt alta sıralanmasıyla oluşan satırları da şiir olsun diye yazmadım” dese de, okurken sevmenin nasıl bir şey ol

Düştü düşecek İp cambazı duygularım İlk zilde Ağsız düşlerden Beton gerçeğe Ödüllendirilmiş şiirlerinin, öykülerinin yanı sıra kimi şiirleri Türkçe-İngilizce olarak sanat galerilerinde sergilenen, kasetlere okunan, yurt dışındaki yayın organlarında (Almanya, Azerbaycan, Kosova, Yunanistan) yer alan Seçkin Gündüz yaşanmışlığın öyküsünü

“Yürüdü… Yürürken yüksek binalara, onların altındaki lüks mağazalara, lokantalara, kafelere, her türlü alışveriş mekanlarına göz gezdirirken, sağından solundan geçen insanlara gözü takılıyordu; aceleci, telaşlı, yorgun, asık suratlı, sabah mahmurluğu üstünde olan. Şehir, homurtularla yavaş yavaş uyanan bir devi andırıyordu. Bu koca kentin gri, serin, güneşsiz sonbahar sabahında kimsesizliğiyle baş başaydı. Kafasındaki bin bir düşünce de, beraberindeki sorular da, omuzlarında ve benliğinde taşıması zor bir