"Ben, Kafkasya´nın hürriyeti için silaha sarılan muhariplerin en hakiri Şamil, Allah´ın himayesini Çarların efendiliğine feda etmemeğe ahd eden özü-sözü doğru bir Müslüman´ım. Çar Birinci Nikola´yı tanımadığımı, onun iradesinin bu sarp dağlarda sökmeyeceğini tekrar tekrar söylemiştim. Sanki bu sözler taşa söylenmiş gibi, Çar ile görüşmek üzere beni hâlâ Tiflis´e davet edip duruyorsunuz. Bu davete asla icabet etmeyeceğimi şu mektubumla son defa olarak size bildiriyorum. Bu yüzden fani vücudumun parça parça k

Bu kitapta âşıkâne-sûfiyâne şiirin doğuşu, temelleri ve açılım çabaları büyük bir özen ve dikkatle incelenmeye çalışılıyor. Müellif, Ahmet Gazâlînin Sevânihinden başlayarak Attâr ve Hâfız gibi büyük sûfî yazarların eserlerindeki hikmet-i zevkînin orijinalliğini ve diğer felsefî ekollerden farklılığını gayet açık olarak sergiliyor. Fakat yazar yalnız bu iki eserle yetinmeyerek, bu iddiasını mazmunları ve kavramları mısralardan, beyitlerden, mesnevilerden örnekler getirerek geniş bir şekilde ele alıp sürdürüy

Dinlerin temelini Allah?ın varlığı oluşturmaktadır. Ulûhiyet, nübüvvet ve ahiret olarak üç noktada özetlenen iman esaslarının ikinci önemli unsuru peygamberlik ve peygamberliğe imandır. Özellikle Allah?ın varlığından çok peygamberlerin ve daha önemlisi onların insanlara ulaştırdığ ilâhî mesajların tartışıldığı bir ortamda nübüvvet meselesi daha da önem kazanmaktadır. Bu kitapla belirgin kılınmak istenen böyle bir düşüncenin eksik bir Allah inancından kaynaklandığı gerçeğidir.

Türkler´in İslâmiyet´i kabul edişlerinden hemen sonra, Türk toplumları içerisinde büyük bir hızla yayılan "tasavvuf" cereyanının, Türk edebiyatı üzerinde yapmış olduğu müspet etkiyi düşünerek, edebiyatımızın "altın devri"ni yaşadığı ve tasavvufî cereyanların da alabildiğine yayıldığı XVII. yy. Osmanlı toplumunda yer almış bir mutasavvıf şair olup, üzerinde şu ana kadar ciddî ve etraflı bir araştırma yapılmamış bulunan Şeyh Muhammed Nazmînin, eserleri arasında en büyük ve yegâne "mensûr" eseri olan, Halvetîy

Guénon bu kitabında, yerinin gayb olduğunu söylediği bir kutsal toprakın, aynı zamanda manevî bir hükümetin varlığı esasına dayalı bir hükümdarın izini sürüyor. Dinlerde çeşitli anlatılar ve başlıklarla yer bulan bu hükümdar ve onun iktidar alanını, güçlü sezgileri ve zihinsel güçleri olan bir metafizikçi kimliğiyle ele alıyor. Guénon, kitap boyunca takip ettiği yöntemi belki şu ifadelerle açığa vuruyor: Bize göre, coğrafî vakıalar ve aynı zamanda tarihî vakıaların kendisi, her şey gibi bir sembolik değere

Abdülkâdir Geylânî üzerine ülkemizde yapılan yegane geniş çaplı akademik araştırma olan eser, "Kaynakların Değerlendirilmesi" bölümü ile birlikte üç ana bölümden ve bir "Ekler" bölümünden oluşmakta. Hayatı, eserleri ve görüşlerinin ayrıntılanarak incelendiği bölümlerde Geylânî´nin eserleri ve menkıbelerinin yanısıra, Kâdiriye tarikatının intişarı, kolları, usul, adap ve erkanı hakkında da yeterli bilgi verilmiş. Ekler bölümünde ise Abdülkâdir Geylânî´nin Akîde´sinin Türkçe tercümesi sunulmakta.

İnişleri, yokuşları, dolanbaçları yanlış menzillere götüren sapakları bulunan aşılması güç bir yoldur tasavvuf yolu. Ancak bu yolun sonunda ulaşılacak olan hedefin cazibesi ve ulaşmakla kazanılacak huzur yüzyıllardır bu yolun talibinin çok olmasına sebep olmuştur. Tabii ki taliplere yol gösterecek rehber kişiler ve eserler de mevcuttur. İşte Hindistan halkının nazarında evliyaullahlık mertebesine ulaşmış olan Ziyauddin-i Nahşebi de eserinde bu yolun yolcularına ışık tutarak hedefe ulaşmak isteyenlere rehbe

İbn Sina´ya göre insan her şeyi bilecek donanımda olan bir varlıktır. İnsan, duyuları ve aklı sayesinde nesneler ile bilgi ilişkisi içine girer. Hangi türden olursa olsun bilginin doğruluğu için ölçüt, nesnesine olan uygunluktur. Böyle bir bilgi "doğru" ve "gerçek" inanç adını alır. Gazali´ye göre ise insan, bilkuvve alimdir. Bu bilgiyi mümkün kılan insanın varlık yapısıdır. Gazali için bilgi, yanlıştır denemeyecek olan, inanmak zorunda kalınan bilgidir.

Batı üniversite ve kilise okullarında başlatılan Doğu araştırmalarının muhatabı ilk dönemlerde Hıristiyan dünya ve özellikle İslâmiyet veya Müslümanlarla şu veya bu şekilde temasta bulunan elit tabaka idi. Yani Batılılar, bu güçlü düşman (İslam) karşısında bilgilenmek ve birbirlerini aydınlatmak amacında idiler. "Doğunun bilgisi," Doğu karşısında ezilmemek için bir silaha dönüştürülmüştü. Bir bilinçlenme dönemi, tarihî yazılarla diyaloğa geçmeden kurulamaz. İster yapıcı ve isterse yıkıcı olsun, ama mutlaka

Bugün bütün dünyada etnik, kültürel ve dinî azınlıklar baskı altındadır. İçinde bulundukları ülkelerde, egemen değer ve normlara uymadıkları için aşağılanmakta ve ayrımcılığa uğramaktadırlar. Bu kitap, dünyanın en ileri uygarlığı olarak lanse edilen Batı Avrupa´daki Müslüman azınlıkların da bu açılardan farklı bir konumda olmadığını ortaya koymakta; Batı Avrupa´da 40-50 yıla yakın bir süredir aşayan Müslüman azınlıkların toplumsal konumu ve kültürel sorunlarının bir çok yönüne eğilmektedir.

Bu kitap, mistik bilgi diye de adlandırdığımız tasavvufî bilgiyi sıradan sezgi ile karşılaştırmakta; Descartes´ten Kant´a, H. Bergson´dan B. Russel´e kadar ele alınan "genel sezgi´nin bize sadece fenomenlere ait yüzeysel bilgi sağladığını, ama eşya ve olayların gerisinde saklı hakikatlere eriştirmediğini tesbit etmektedir. Unutmamak gerekir ki, tasavvufi bilgi, mutlak bilgiyi bulmuş olmanın değil, onu aramakta olmanın ifadesidir. Dolayısıyla, insan bilgisinin sadece bir tarafını değil, tümünü ifade eden, mu

Ortadoğu, içinde yaşadığımız yüzyılda dünyanın en sorunlu bölge olarak dikkat çekmektedir. İki dünya savaşı arasında siyonist amaçlarla dışarıdan bölgeye gelen Yahudi göçü, temel istikrarsızlık unsuru olmuştur. İngiltere´nin de desteğiyle güçlenen Yahudi nüfusunun bağımsız ülke talebi 1948´de gerçekleşmiş; İsrail Devleti´nin kuruluşuyla birlikte Ortadoğu tam bir ateş çemberinin için düşmüş; ve o tarihten bu yana tam dört kez sıcak savaş yaşanmıştır. Bu sorunlu bölge hakkında Türkiye´de henüz yeteri kadar ya

Ekber S. Ahmed, ıslâh edilmiş bir antropolojinin yöneltilebileceği olumlu istikametin İslâm´ın görüşünden çıkarılması gerektiğini belirtirken bu görüşün, Allah´ın birliği ve aşkınlığı, akıl, hayatı ve dünyayı onaylama, evrensecilik ümmetçilik ve insanlığın esaslı bir ilkesi olarak ahlakî hizmet tarafından belirlendiğini söylüyor. Ona göre, bugün antropoloji için en güç şey, İslamî evrenselcilik ilkesine uymaktır. Çünkü, Batılı antropoloji uzun zamandır, gerçekliği ırkmerkezli bir açıdan görme müptelası olmu

İspanya iç harbinde ölenlere, Nazi kamplarında hayata pes ettirenlere, ağıt yakıp ah ü figan eyleyen Anne Vatan´ın ´ne yaptığını bilir´ zannettiğimiz aydın çocuklarını ne yaptılar? Sahi ne yaptılar Balkanlar için? Gelmedi mi feryatlarımız kulaklarına kadar. Soruyorum sizlere: Balkan deyince ne gelir aklınıza? Neyi söyleyebilirsiniz? Bırakın o şanlı tarihi, radyodan çalınan üç-beş Rumeli türküsünün acaba kaç mısraını hatırlayabilirler?"

Hepimiz değişmenin ve ilerlemenin gerekliliğini kesin bir hakikat olarak kabul etmiş gibiyiz. Oysa ilerleme, kalkınma gelişme ya da büyümenin ne pahasına gerçekleştiği, kazandırdıklarının yanında kaybettirdikleri çoğunlukla gözden kaçırılan noktalar. İlerlemeye Farklı Bir Bakış´ta Lord Northbourne (Sidi Nuh) ilerleme ideolojisine "geleneksel perspektif" temelinde karşı çıkmakta ve diyalektik bir yöntemle konuyu inceleyerek, sonunda gerçek ilerlemenin "yatay" yani dünyevî başarılarla değil, "dikey" yani Alla