Haydarpaşa Lisesi 1950’li yıllarda İstanbul’un Türkiye’nin en büyük okulu idi. 1200 yatılı 1800 gündüzlü olmak üzere 3000 öğrencisi vardı. Çok değerli eğitim kadrosu ile sonraki yıllarda Türkiye’nin geleceğine yön veren birçok ismi yetiştirdi. Çok sayıda akademisyen, yazar, sporcu ve sanatkâr Haydarpaşa Lisesi sıralarından geçti.1953-57 yılları arasında yatılı olarak okuduğum Haydarpaşa Lisesinde bu değerli insanların bazılarıyla aynı sıralarda ders gördüm. Sonraki yıllarda bir Haydarpaşalı olarak kariyerle

Ankara Subayevleri’nde geçen bir çocukluk. Okula yürüyerek gidilen, bilgisayarda değil sokakta oyun oynanan ve hiç kimsenin ötekileştirilmediği, mütevazı ama insanın içini ısıtan yıllar. Televizyonun gelişi, boynuzlu troleybüsler, sinemada izlenen unutulmaz filmler, ilk yerli otomobil Anadol, coşkuyla kutlanan bayramlar… Sonra Kıbrıs Barış harekâtı, mahallenin yakınında çarpışıp düşen uçaklar, art arda gelen darbeler, sağ sol çatışmalarının başladığı uğursuz yıllar ve dahası.Ahmet Gökçe’nin çok severek yapt

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde eğitim gördüğüm 1957-1961 yılları Türkiye’nin zor ve karışık bir dönemine denk gelir. Demokrat Partinin son yıllarıydı. Siyasetin tansiyonu sürekli yükseliyor, DP gerilimi azaltmaya çalışmak yerine yangına körükle gidiyordu.Okulumuz İktisat Fakültesi, öğrenci olaylarının en yoğun olduğu okullardan biriydi. Ben de tabii olayların içinde… Sonunda 1960 darbesine kadar bu gerilim devam etti. Size hem kendi okul hayatımı hem de ülkenin o günkü durumunu tarafsız bir gözl

Bazı insanlar dünyaya gözlerini çilelerle açar çilelerle kapatırdı. Mebrure de bu insanlardan birisi olmasına rağmen hayata küsmemişti. Ona böyle bir kaderi var olduğu iddia edilen ve inandığı tanrısı yazmamıştı. Ona bu kaderi yazanlar insanlardı. Ve insanların yazdığı bu kadere tam anlamıyla boyun eğmeden bu dünyadan göçmüştü. Çile Diyarbakır’da başlamış, İstanbul’da devam etmiş, İstanbul’dan Diyarbakır’a gelen, Diyarbakır’dan tekrar İstanbul’a giden çile Mebrure’nin kaderi olmuştu. Nihayet Mebrure’nin ç

“Acılar birbiriyle yarıştırılamaz, fakat bu ülke 6 Şubat 2023’te bütün tarihinin en büyük acılarından birini, belki en büyüğünü yaşadı. Serhan Asker bu acılara tanık oldu. Dahası, onları teninde yaşadı. Elinizdeki kitap acıya tanıklığın, onu teninde yaşamanın benzersiz ürünüdür. Tıpkı bir savaş güncesi gibi. Doğanın acımasızlığına karşı insanca duruşun, direnişin güncesi.”–Ataol Behramoğlu"Acıların değil bir yüzleşmenin kitabı bu. Korkunç yıkımlarla, travmalarla, kayıplarla karşı karşıya gelen insanların ça

VASİLİKİ KSİDA / BÜYÜKADA RUM İLKOKULU ÖĞRETMENİ Büyükada'da bütün esnaf Rum'du… Ekmek fırını Yamalakini'ndi. Büyükada fırını Niko Mundis'indi. Bakkalımız Barba Thoma idi. Başka bir bakkal Grigoris Usulcuoğlu'ydu. Balıkçı olarak Bekiaris ve Mavilas vardı. Adanın kasabı Barba Kapetanakis idi. Nikos Nikolaidis adanın mimarıydı. Yaptığı binalar adanın en güzel binaları olarak anılırlar hâlâ. Barba Yorgo Yapitzioğlu adanın manavıydı. İsimleri ve soyisimleri ile hatırlamamın sebebi, ben bunların aynı zamanda öğr

Bizler, Dicle Köy Enstitüsü ve Dicle İlköğretmen Okulu eski öğrencileri olarak okulumuzu, bölgemizi, insanımızı ve ülkemizi seviyoruz, hizmet ettik ve ediyoruz. Hele bu hizmet alanı Dicle Köy Enstitüsü mirasıysa, bu uğurda canla başla hazırız. Bizim yerimiz, adresimiz Dicle Köy Enstitüsü’nden devir aldığımız Dicle İlköğretmen Okulu’dur. Ceketimizi alıp okuldan mezun olduğumuz günden sonra da adresimiz değişmedi. Biz buradayız, biz buralıyız, bu okulun varisiyiz. Bizler bu okulun eseriyiz. Okulumuzu unutmadı

Yazar Yüksel Değirmenci 15.06.1962 tarihinde Balıkesir`in Erdek ilçesinde doğmuştur. İlk, orta ve lise tahsilini Erdek ilçesinde yaptıktan sonra 1981 yılında Hava Astsubay Teknik Okullar Komutanlığı İzmir`de bir yıllık Hava Astsubay Hazırlama eğitimi almış ve 30.08.1982 yılında Hava Astsubay Çavuş olarak 2 Hava İkmal Bakım Merkezi Komutanlığı Kayseri`de göreve başlamıştır. Görevde iken 1983 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine ekstern olarak girmiş ve 1987 yılında mezun olmuştur.

İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)’in bu mübarek mesajı Fatih Sultan Mehmet Han’ın mutlak etkilenmesine sebep olmuştur. Bu cesur ve bilge Hakan “Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni” demesini Fetihe ne kadar istekli olduğunun kanıtlarından ilk akla gelenidir. Ve dediğini yapmıştır. Bende bu kitapta paylaştıklarımla bu muhteşem şehrin bir yaşayanı olarak herkesin bildiği bilgileri tazelemek ist

VATAN VE MİLLETİM SAĞ OLSUN NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE Askeriyedeki arkadaşlarım, görev arkadaşlarım ve komutanlarım, askerlerim, erbaş ve erlerim… Aklımda ve hatıralarımda, anılarımda olduğu kadarını anlattım. Yaşım dolayısıyla hatırlayamadıklarım illa ki vardır, kusuruma bakmayın. Hepiniz hayatımdaki anılarımda hatırladıkça, sevgiyle yad ettiğim, sevgi duyduğum değerlerimsiniz. Benim yaşamıma anlam katan, yetişmeme vesile olan komutanlarıma sonsuz minnettarım. Bütün silah arkadaşlarım benim için çok değerli a

Bu kitap, yazmayı seven ama yazmak gibi direnişin de acemisi olan bir öğretmenin direniş hikayesidir. Haksızlığa karşı öfke duymuş, bazen korkak, bazen cesur bir hayat yaşamış bir çocuğun; direnenlere saygı duymuş ama bir gün direnmek için sokağa tek başına çıkacağını tahmin bile etmemiş bir annenin hikayesidir. Acun Karadağ Tarih Öğretmeni Bu kitap, ömrünü öğrencilerine adayarak, yoksulluk ve baskı altında bir yaşama katlanmak zorunda kalan idealist öğretmenlerimizin/hocalarımızın aziz hatıralarına adanm

“… Maiyet memuru, kaymakam, şube müdürü, vali yardımcısı ve ara sıra da vali vekili olarak 35,5 yıl çalıştım. 65 yaşıma girmeden çok önce emekli olmak zorunda bıraktılar. Dışardan bakıştaki parlak görüntüsüne rağmen bu mesleği sevdiğimi, benimsediğimi söyleyemem.Hele hele Kürt isen ve daha da önemlisi halkının haklı ve insani isteklerinin derhal susturulmasına, halkına yapılmakta olan baskı ve zulme gizli de olsa karşı çıkabiliyorsan o işte yerin yok senin, süründürürler. Süründürürler derken mülki idare am

“15 Temmuz öncesindeki hafta ‘cemaat’ içerisinde evvelinde olmadığı kadar büyük bir gerilim vardı. Dünya çapında ‘Hacet namazı’ seferberliği ilan edilmiş, ortak dua edilmesi emredilmişti. Hz. Peygamber Ankara’yı teşrif etmiş, Hz Hamza İslam ordusuyla Ankara ovasına gelmişti, Hz. Ali de zülfikârıyla oradaydı. Bu şekilde ‘cemaat tabanı’ psikolojik olarak darbeye hazır hale getirilmişti.” Ahmet Dönmez (Fetullahçı örgüt üyesi olmaktan firari gazeteci) * Akar’dan Gülen’e gönderildiği iddia edilen mektupta neler

Türkiye'de tarikat ve dinselleşme olgusu üzerine pek çok şey söylenmesine rağmen bu konuda saha araştırmaları yok denecek kadar azdır. Cerrahi tarikatı üzerine yapılan bu araştırmaların amacı, genel toplumsal değişme perspektifinde Türkiye'de dinin tarikat düzeyinde geçirdiği değişimi incelemektedir. Bilindiği gibi tarihi süreç içinde İstanbul'da pek çok tarikat faaliyet göstermiştir. Cerrahilerde de 1721'den beri bugünkü tekke ve bugün artık var olmayan diğer tekkelerde faaliyet göstermişlerdir. 1960'ların

8000 metrelik bir zirveye çıkmanın kolay olduğunu kimse söyleyemez. Fakat bu dağlara kışın tırmanmayı denemek, işin zorluğunu tamamen yeni bir düzeye taşımaktadır. Bu ortamda hava sıcaklığı ortalama -40˚ seviyelerinde seyretmekte, rüzgârlar neredeyse hiç dinmemekte ve düşük basınç sebebiyle diğer mevsimlere kıyasla havada çok daha az oksijen bulunmaktadır. Dağcı Voytek Kurtyka böylesi tırmanışları ‘acı çekme sanatı’ olarak tanımlar. Erkek olsun, kadın olsun insanları, böylesi şartlara katlanmaya iten şey

Romantik hareket niçin engellenemez? Dünyanın en büyük eylemidir de ondan! Bütün dünya büyük savaşlar içinde kırılsa, insanlar açlık, sefalet ve yokluk içinde kalsa da her zaman bir kadın ve bir erkek bir araya geldiğinde romantik hareket başlar. Aşk eğer dengeye oturduysan sana koşulsuz sevgiyi öğretmiştir. Koşulsuz, sınırsız sevgi, kendine giden yolu en kuvvetli aydınlatandır. Tüm hatalarınla, tüm kusurlarınla ne kadar güzel olduğunu fark edersin ve kendini koşulsuz sevmeye başlarsın. Kendiyle barışan hay

2009’da kaybettiğimiz Erol Güney’in kendisini tanımayanlar, hatta adını duymamış olanlar bile, kedisini hatırlar: Orhan Veli onun için iki şiir yazmıştı.Erol Güney 1914’te, Birinci Dünya Savaşı başlarken Odesa’da doğdu. 1917’de ailesi Rusya’daki ihtilalden ve iç savaştan kaçıp İstanbul’a sığındı: “O güzel İstanbul’da unutulmaz bir çocukluğum ve gençliğim oldu. İyi bir tahsil gördüm. İlk işim de hayatımın en ilginç ve en verimli işiydi: Hasan Âli Yücel’in büyük kültür hamlesinde küçük de olsa bir rol oynadım

"Biz devrimciler tarihin her döneminde yaşadığımız koşulların nesnesi değil, öznesi olduk. Tarihi yazan değil yapan olduk. Ve tarih bizlerin mücadeleleriyle, kaybettiklerimiz kadar kazandıklarımızla doludur. Hayat bize hep soruları çalışmadığımız yerden sorduysa da yine de o soruları yanıtlamasını bildik. "Birlikte yola çıktıklarımızı, yolda bulduklarımıza değişmedik" Ve biz haklıyız, inanıyoruz ve bizimle beraber yürüyenlere diyoruz ki haklıyız kazanacağız!"

Bu kitap, Sermet Muhtar Alus’un Akşam gazetesinde “Eski Günlerde” başlığı altında, 20 Teşrin-i evvel 1939-13 Mayıs 1940 tarihleri arasında yayımlanan yazılarından oluşmaktadır. Alus, söz konusu yazılarında İstanbul’un günlük hayatını; Ramazan günlerini, kurban bayramlarını; ziyaretleri, misafirlikleri, çocuk oyunlarını, sayfiyeleri, nakil araçlarını, sinemaları anlatıyor, bir yandan Osmanlının payitahtındaki değişmeyi ele alırken, diğer yandan da günlük hayata yansıyan geleneklerden bahsediyor. İstanbul, y