Uzmanlık dalım olan İtalyan Edebiyatı ve Kültürü, Sanat ve Estetik ile yakından ilgisi olan bir Bilim dalıdır. Bu nedenle, İtalyan kültürüne damgasını vurmuş olan Leonardo da Vinci, Brunelleschi, Alberti, Palladio vb. gibi dünyaca ünlü mimarların ölümsüz yapıtlarının bir kısmını yakından görmüş ve incelemiş bir akademisyen olarak, ilk gençliğimde Mimarlık’ın, Güzel Sanatlar’ın en önemli Bilim dallarından biri olduğunun ayrımına vardım. Bu nedenle, Yüksek Mühendis Mimar Kadri Kalaycıoğlu’nun yapıtının çok de

“…Tansel, şiirlerinde, masallarında, çocuk yazınında ve mizahında Türk dilinin öz değerleriyle, halk kültürümüzün kendi özgü yönleriyle bizim söylence dünyamızla öyle içli dışlı ki… Aynı özellikleri, aynı tadları başka dillerde bulmak kolay değil, hatta belki olanaksız.Tansel’in başka yüzlerce şiirimizin, masallarımızın en uygun dillere bu kadar az çevrilmiş ve çevrilmekte olması, içimde ukde, yüreğimde burukluktur. Tansel’in hakkı, Türkiye’mizde de yeterince tanınmadı, tanınmıyor. Umarım, elinizdeki kitap,

Hıdırellezmiş… Celal Dayının karısı ve annesi tarafından gündüzden patatesler, yumurtalar kaynatılmış, yeni çıkan taze soğanlarla salatalar yapılmış, sarmalar dizilmiş, çiğköfteler hazırlanmış suyun başına pikniğe gelinmişti. Dağın eteğinden o büyük ovaya doğru, koca kanallarla, kalın bentlerle teraslanarak akan suyun akışındaki hız insanların başını döndürmeye yeterdi. Yerlere serilmiş kilimler üzerine kurulu sofralar ve aralarda özgürce koşup oynayan çocuklar alanı çiçek bahçesine çevirmişlerdi. Müjgan oy

Babaannem kaybetmeyi bilen bir insandı.Dedesini bir savaşta, babasını bir savaşta, amcasını başka bir savaşta kaybederken tanışmıştı kazanmayla. Kazanmayı, barış isteyerek, barış içerisinde yaşayarak öğrenmişti. Onun için de hangi dilden, hangi dinden, hangi renkten olursa olsun komşularıyla barışık, komşularıyla dost ve onların acılarıyla acısını ortak eden bir insandı.Ve bilirdi ki yaşanmış savaşların hiç birine kendisinin de dahil olduğu ‘büyük insanlık’ sebep olmamıştı.Gözlerimi açtığım, masallarıyla dü

Sensizlik denizinde boğulan bir adayım Dörtyanımı kaplamış binbir tuzaksın bana Aç-susuz mu geçecek böyle kaç yılım ayım? Bin ışık yılı kadar öyle uzaksın bana Varlığınla vuslata ne büyük bir engelsin Yoklukta buluşalım sen git de ruhun gelsin Uzaklaş sonsuzluğa uzaklaş, âdem denen Boşlukta buluşalım sen git de ruhun gelsin

Müzikal analiz araştırması bağlamında gerçekleştirilen bu çalışmanın belirgin niteliklerinden biri, literatür araştırması yanı sıra, özellikle Ezîdîlerin kültürel, mitsel, inançsal ve müzik pratiklerinin dinamikleri bakımından önemli bir yere sahip olan, Irak’ın Dohuk kenti Şeyhan Bölgesi sınırları içerisinde bulunan Laleş Mabedi’ne gidilerek, yerinde yapılmış olmasıdır.Ezîdî inanç, kültür ve felsefesine dair bilgilenmeler, Laleş Mabedi’ni yerinde inceleyerek saha araştırması kapsamında kayıt altına alınmış

Elinizdeki kitap, yüzyıllar boyunca dünyayı sarsan imparatorluklara ev sahipliği yapmış, dünyanın en güzel coğrafyasında bulunan ve en görkemli kentlerinden biri olan Istanbul’un, günümüzde de seçkin üniversitesi İTÜ’den mezun Kadri Kalaycıoğlu’nun üçüncü kitabı. Yazar, bir şans saydığı bu ayrıcalıktan gurur duyduğunu belirtiyor ve 1946-1951 yıllarındaki Istanbul’un eşsiz görüntülerinin oluşturduğu fon üzerine anılarını serpiştiriyor. O yılların Istanbul’unda yaşam, o dönemin kent trafiği ve Mimarlık eğitim

Feridun Ulusoy, Güz Yangını adlı yapıtında, kendisine özgü yazış biçimiyle, yine sürprizlerle dolu, sürükleyici bir roman kurguluyor. Öteki kitaplarında olduğu gibi, Güzel Sanatlar’la ilgili bilgiler, romanın katmanları arasında sık sık karşımıza çıkıyor. Birçok farklı konunun ve birden fazla ana kahramanın iç içe yansıtıldığı roman, ustaca işlenmiş “crescendo” larıyla (kreşendo) okuru merakta bırakarak, heyecanı canlı tutuyor. Ulusoy, Şiir’in önemini yitirdiğini söyleyenlere, öyle olmadığını kanıtlarcasına

Oy Bizim Eller - Karadeniz Gezisi İzlenimleri

Hüseyin Sadeddin Arel’in Musiki Mecmuası’nda kaleme aldığı ‘Bir Başka Alem’ başlıklı yazısından (1954) : “…Konser tamamen Türk sazlarından teşkil edilmiş bir orkestra heyeti tarafından icra ediliyordu. Orkestrada 20 soprano kemençe, 15 alto kemençe, 10 tenor kemençe, 5 bas kemençe, 4 kontrbas kemençe, 15 ney, 5 girift, 2 kudüm, 8 def, 4 kanun, 2 santur vardı…”Hüseyin Sadeddin Arel, Dr. Zühdü Rıza Tinel ile birlikte bundan 90 yıl önce ‘Türk Müziği Orkestrası’ ütopyalarının gerçekleştirilmesi için bir ilke im

Kesik Uçlu Kalem, edebiyat incelemeleri ve çevirileriyle edebiyatımızda saygın bir yer edinmiş İlhan Cem Erseven’in çeşitli edebiyat sempozyumlarında sunduğu bildiriler yanısıra edebiyat dergilerinde yayımladığı yazılar toplamıdır. Bu kitapta, Türk edebiyatının önde gelen kimi yazarlarının romanları ile Türk ve dünya şairlerinin şiirleri içerik konu ve karakterler açısından irdelenerek başka yapıtlarla olan benzerlikleri karşılaştırmalı olarak ele alınmaktadır. Böylece okur, yapıtın yatarıcısı hakkında bil

Kapadokya bölgesinde modern manada şarapçılık Cumhuriyet döneminde başlamıştır. İlk defa, 1940’lı yılların başında, aslen Ürgüp’lü olan Suat Hayri Ürgüplü’nün Kayseri milletvekili ve Tekel Bakanı olarak görev yaptığı sırada Ürgüp’e gelişlerinde bir şarap fabrikası kurulması talimatını vermesiyle adım atılmış, o zamanki Reisicumhur (Cumhurbaşkanı) İsmet İnönü’nün 1942 yılında Nevşehir’e gelişlerinde verdiği talimat üzerine de Ankara Orman Çiftliğindeki şarap fabrikasına bağlı bir şekilde Nevşehir’de bir şara

Bitlis’in Kavakbaşı ile Günkırı beldelerinde kadınlar tarafından yapılan çömlekçilik ve tandırcılık, Anadolu’nun tüm yönleriyle araştırılmamış ve yok olmaya doğru giden kültür hazineleridir. Bu beldelerin kadın çömlekçileri ömürlerini bu mesleğin her türlü zorluğuna adayarak; ilkel yöntemlerle hızlı, düzgün, işlevsel çeşitli formlar ve tandırlar üretebilmektedirler. Her türlü ev işlerini, çocuk bakımını da üstlenen, mesleklerinde de sabırla, emek-yoğun çalışan bu kadın ustalar, ürettikleri ile belde ekonomi

Hakikatçı Alevilik; inançta onunla bağdaşmayan uygulama farklılıklarını, yerleştirilmeye çalışılan dinsel öğe ve ritüelleri, aklın almadığı davranış ve kurallara karşı gelişen bir öğreti olup, düşünce olarak yüzyıllardır var olmasına karşın, gelişme ve yayılma sürecini ancak 19. yüzyılda tamamlayan, Aleviliğin aydınlık yüzünün yansımasıdır. Bu bağlamda; Geleneksel Aleviliğin kimi metafizik ve İslami etkilenmelerle akıl dışı kurgusal inanç değerlerini ret ettiği gibi, doğa gerçeklerini ve bilimi esas (refera